'Ego kaçağı var!'

İç sesime göz devirerek bir süre daha orada oyalanarak vaktin geçmesini beklemeye başladım fakat zaman, oldukça yavaş ilerleyerek sinirlerimle oynamıştı.

En sonunda dayanamayarak lavabodan çıktım ve aşağı inerek askıda duran, elbisemle aynı renk olan uzun kabanımı alıp giydim. Köşede duran berjerden de siyah Dior çantamı aldığımda hazırdım. Kabanımın içerisinde kalan saçlarımı çıkarıp omuzlarımdan dökülmesini sağladığımda annem de içeri girmişti. Son yarım saattir yaptığı gibi bir kez daha alıcı gözle beni incelerken masanın üzerinde duran ruju alarak yanıma geldi.

"Rujunu tazeleyelim, gel." Aynayla arama girerek elini çeneme yasladı ve elindeki ruju dudaklarımla buluşturdu.

"İngiltere Prensi'yle tanışacağımı sanmıyorum, anne. Bu kadarına gerek yok!" Güldü.

"İyi çocuk aslında. Çok beğeniyorum karakterini," Ağzımı açacağım sırada bana ters ters bakarak elindeki ruju sürmeye devam etti. "Hem senin de kibar, naif erkeklerden hoşlandığını düşünüyorum. Yakışıklı da! Daha ne olsun?"

O, rujun kapağını kapatıp geri çekildiğinde elindeki ruju alıp çantama atmıştım.

"Ne kadar kibar ve naif olduğunu birazdan göreceğim." diyerek topuklu ayakkabılarımın üzerinde ilerlemeye başladığımda annem, bana seslenerek adımlarımı durdurmamı sağlamıştı. Ona doğru döndüm.

"Araba kapıda bekliyor. Turgay'ların mekânında olacaksınız zaten." Başımı salladım. Bunları zaten biliyordum. "Maran, sakın ters ters davranma çocuğa." diyerek bana uyarıcı bir bakış attığında derin bir nefes aldım.

"Tamam, anne. Üzmem prensesimizi."

Son sözlerim bunlar olurken daha fazla orada durmayıp annemle vedalaştım ve salondan çıktım. Kapıda bekleyen arabaya şöyle bir baktığımda kendi arabamla gitmek istediğimi fark ettim ama babamı sinirlendirmeyip korumamın benim için açtığı kapıdan arabaya bindim. Bir süre sonra araba, karanlığın çökmekte olduğu sokakta ilerlerken arkama yaslanarak telefonumu elime aldım ve saati kontrol ettim. Gitmem gereken saatten fazlasıyla geç bir saatti. Bu dudaklarımda bir sırıtışın oluşmasına neden olurken elime bir şey geçmeyeceğinin farkındaydım ama en azından Kenan denen herif bana gıcık olacaktı. Yani öyle düşünüyordum, umarım öyle de olurdu.

Ben bunları düşünürken arabanın kapısı açıldı. Kafamı kaldırıp camdan dışarıya baktığımda oldukça şık bir mekânın önünde olduğumuzu görmüştüm. Koltuğa bıraktığım çantamı alıp arabadan indiğimde arkamdan gelen korumayla birlikte mekânın çift kanatlı kapısına doğru ilerlemeye başlamıştık. Kapıda duran ve üzerinde siyah bir takım olan adamın bakışları bana dönerken tam o anda mekânın kapısı biri tarafından açılmıştı. Görevlinin de başı hafifçe oraya doğru çevrilirken ben de birkaç adım atarak tam kapının önünde durdum. Kapıyı açan uzun boylu genç adamın üzerinde de bir takım mevcutken laciverte çalan gözleri benim gözlerimi buldu ve hafifçe gülümseyerek duruşunu düzeltti.

"Hoş geldiniz Maran Hanım." dedi, ona yakışan bir kibarlıkla. Ben bu yakışıklı adamı süzerken o, elini ileri doğru uzatarak bir adım geriye doğru attı ve geçmem için yol açtı. "Buyurun, Kenan Bey de sizi bekliyordu." Bakışlarımı ondan çekip korumama döndüm ve başımla arabayı işaret ettim. İsmi Berk olan korumam beni ikiletmeyip yanımdan ayrıldığında ben de mekâna girerek yanımdaki yakışıklıyla gösterdiği yoldan ilerlemeye başladım. O da bir adım gerimde yürüyor ve bana eşlik ediyordu.

Bir koridora girdiğimizde yüzüme vuran renkli ışıklarla bir an nerede olduğumu sorguladım. Bunu yanımdaki adam da fark etmiş olacak ki bana baktı. "Kenan Bey, gelmeyeceğinizi düşünerek bar kısmına geçmişti." dediğinde kaşlarım havalandı. O kadar bekletmiş miydim gerçekten?

PRANGALAR | +18Where stories live. Discover now