Evcil hayvanlarım onlara sunduğum vaatlerden etkilenmişe benziyorlardı, en son bu kadar etkilendiklerinde üniversite bire yeni başlamıştım ve çalıştığım barın üst katında denk geldiğim amca bana hayatımı daha verimli hale getireceğim o büyülü cümleyi söylemişti.

Bunca zenginlik sırf kendinden daha düşkün olanlar ile paylaşılması için insana nasip olur.

Bu cümle öyle etkiliydi ki, duyduğum o ilk gün zihnimin içine yerleşmiş, tüm hayatımın neredeyse seyrini değiştirmem için beynimi kemirmeye başlamıştı.

Başlarda beynimi kemirmesine izin de vermiştim, bu benimsediğim düşünceyle mücadele etmenin zorluğuyla uykularımdan uyanmıştım. Aklıma türlü türlü cinlikler gelirken, hayır ya deyip geri yattığım çok gün olmuştu. Ama ben de insandım, parasızlığa bir yere kadar tahammül edilebiliyordu. Edemediğim anda ise gözümü karartmıştım.

Bir kere artık işsiz değildim. Üstelik o kadar emeği verip, dört yıl boyunca yazılım mühendisliğinde bölüm birincisi olacağım diye göbeğimi çatlattıktan sonra kendi mesleğimden para kazanmaya başlamıştım. Bu muhteşem yeteneklerimi kasiyerlik yaparak ya da barda içki doldurarak harcamamak özgüvenimi bir iki işten sonra daha sağlam hale getirmişti.

Yani tam anlamıyla iki işim vardı: Biri görünürdeki, diğeri de ardında kalan gizli iş. Kendim için açtığım internet hesabımdan hatrı sayılır insanlara istediği programları uygun fiyata yazmak görünürdeki işimdi. Bu iş için beni seçsinler diye ucuzdan verdiğim fiyatın yaklaşık on katını, yani hemen hemen gerçek değerini, hesaplarını hackleyerek kendi hesabıma aktarmak ise yaptığım işin gizli kısmıydı.

Her ne kadar yaptığım iş yasa dışı gözükse de kuralları koyanlar benim görüşümü almadı diye düşünüyordum. Sonuçta neyin yasal ya da yasa dışı olduğuna karar veren ben değildim. Eğer böyle bir imkanım olsaydı on bin liralık işe sırf diplomam yok diye beş yüz lira teklif eden godomanların da yaptığını suç olarak nitelendirirdim.

Ayrıca ben mesleki etikleri olan biriydim, teklif edilen işin piyasa değerini diğer meslektaşlarıma bakarak belirler, gerçek değerinden beş kuruş fazlasını bile hesaplarından çekmezdim.

Belki bu yaptığım başkaları tarafından dolandırıcılık olarak adlandırılırdı bilmiyorum, gerçi bilsem de umursamıyordum. Hayat zaten adil değildi, bir de ben enayilik yapamazdım.

İnsanlar alışmıştı adaletsizliğin ekmeğine yağ sürmeye, yiyemedikleri artıkları da bayatladığı an bizim gibi fakirlerin önüne atıyorlardı. Ben neden hak ettiğim parayı sırf hesaplarından gizlice çekiyorum diye utanacaktım ki?

Komünist değildim ama paranın bu adaletsiz dağıtımından aşırı derecede rahatsızlık duyuyordum. İnternetin Robin Hood'u sayılır mıydım şüpheliydi ama zenginden alıp fakire, yani kendime, verme eğilimim oldukça yüksekti. Üstelik dinsel inançlarım da vardı, açgözlülüğü sevmez ceplediğim paraları yoksullarla paylaşırdım.

Örneğin Gökalp'le.

"Bu kadar da olmaz kardeşim ya, hayır yani anlaştığımız an çevrimiçi olmayacaksanız neden saat belirliyoruz ki? Ben boş boş oturan bir adamım neticede, ne zaman ararsanız o zaman bilgisayarın başına geçerdim. Erken kalkmaya meraklı mıyız?" diye bacağımı sallamaya başladım, ben işlerimde dakiklik severdim, saat 08.15 olarak anlaştıysam tam o dakikada benimle iletişime geçilmeliydi. Yoksa ben değil, tilkilerimin keyfi kaçıyordu.

DİP: ACININ KRALLIĞI Where stories live. Discover now