Küçükken sıkça babamı sormuştum, cevapları şiddetti. Zamanla sormamaya başladım. Belki de terk etmişti bizi, kim bilebilirdi ki?

Sıkıntı içinde kesilen yüzük parmağımdan kalan ize baktım. Neden yapmıştı, neden? O gerçekten anne miydi?

Belki de değildi, ama benim annemdi.

Omuzumda hissettiğim elle irkildim, arkamı döndüğümde annemdi. Sakince yanıma oturdu ve benim baktığım kesik izine baktı. Derin bir nefes verdi.

"Sana sakın çocukluk aşkıma sahip olma, kaybın kalbine yakın olan yüzük parmağıdır demiştim." Yavaşça ona doğru döndüm.

"Dedin, anne. Peki neden onu unutmamı sağladın? Unutmasam, o gün çektiğim acının sebebini bilmek beni rahatlatırdı." Elini omuzumdan çekti ve dik dik bakmaya başladım

"Çocukluktan beri aynı şeyleri sorup duruyorsun, sıkıldım Per. Sana cevap vermekle yükümlü değilim, bilirsin anneler hep çocukları için savaşır. Hatırlasan, üzülecektin. Geçmiş dönem artık unut. İlk hatanı yaptın ve parmağını kaybettin."

"Sorun burada anne. Ben senin dediğine göre aşık olmuştum, aşkın insanın elinde olmadığını bilirim, ben neden bilerek yapmadığım bir şey yüzünden cezalandırıldım?" Cevap, beni şaşırtmadı. Yıllardır yediğim tokatlara yenisi eklenmişti. Herkese karşı koyabilen benliğim, ona neden karşı koyamıyordu?

Çenemi sertçe kavradı ve yüzüme kaslarını çatarak şöyle dedi: "Aşk, insanların değil senin hatan. Büyüdün, ergenliktesin ve tekrar aşık olma tehliken varken sen geçmişi sorguluyorsun. Unutma Per, sakın aşık olma." dediğinde hızlıca kafamı salladım ve devam etti:

"Sakın ergenlik yıllarında aşk arayışında olma! Acı verir, ders verir, unutamazsın. İkinci aşk sahtedir, sakın aşık olma, kaybedersin saçlarını, uzatamazsın" En son yaptığı çocukluk aşkı uyarısından sonra buna başlamış, bundan anladığım kadarıyla aşık olursam saçlarımı kaybedeceğimi söylemişti. Kesinlikle aşık olmamalıydım, saçlarım her şeyimdi.

Bana engel olmak için bir şey yapmıyordu, hatta özellikle her gün dışarı yolluyor hakaret gördüğümü bilmesine rağmen. Soramıyordum neden engellemediğini. Sorabildiklerim sınırlıydı ve onlarda da cevap alabildiğim söylenemezdi.

Beni yavaşça kaldırdı ve tekrar dışarı yolladı, her gün günün öğle saatlerinde yolluyordu, bir şey gerekmeksizin. Gidiyor kırlarda oturuyor geliyordum. Dışarıda ağlamam yasaktı, inci gözyaşlarım vardı. Ben dışarı çıkabiliyordum, ancak tutsaktım.

Bu sefer kır yoluna değil, kent yoluna girdim. Bu yolu bir tek ben kullanıyordum. Annem evden çıkmazdı, kimse de bize gelmezdi. Korkutucu bir yoldu, ıssız ve sık ağaçlara sahipti.

İleride gördüğüm üzerine çıkmaya elverişli ağacın yanına vardım. Üzerimdeki bisiklet yaka, sıfır kol ve kabarık etekli elbise buna uygun değildi, ama yine de vaktimi orada geçirmek istemiştim.

Kente inmeye çoğunlukla cesaretim yoktu. Aşağılanmak zoruma gidiyordu, anlatacak arkadaşım da yoktu, annem vardı.. vardı ama yoktu işte. Tek başımaydım. Tek başıma Perla Western'dim.

Ağacın yanına vardım. Eteğimi hafifçe topladım ve dizime yetiştiğinde düğüm yaptım. O sırada hemen yanımda biri beni iteledi ve göremeyeceğim bir hızla ağacın en tepesine çıktı. Kendimi yere düşmeden toparladım ve yukarıdaki çocuğa kaşlarımı çatarak baktım, göremiyordum çünkü güneş tam kafasının arkasına denk gelerek yüzünü karartıyordu. Tam bir şey diyecektim ki o hemen lafa atladı.

DUDAKLARIN KARARACAKWhere stories live. Discover now