1.bölüm

194 15 17
                                    

Duyduğum şey karşısında beynimin içinde bir patlama yaşansada dıştan sadece şok olmuşa benziyordum. Bir şey demeden koltuğa sindim ve kulaklarımı taktım. Annemin beni dürtmesiyle bir kulaklığımı çıkartım.

"O şeyin sesini kıs, kulaklarına zarar veriyorsun!"

"Rock uğruna kulaklarıma zarar vermeyi göze alıyorum, sorun değil."

Tipik bir Miranda Adams konuşması, "kulaklarına zarar veriyorsun", "şu tipine bir bak, berbatsın". Annem beni hiç sevmiyormuş gibi davranıyordu, beni yanında tutmaktan utanıyordu resmen! Hanım efendinin her şeyi benim aksim, o sakin terbiyeli ve çalışkan bir kadın bense, onun deyişiyle, boş patlıcan kafasıymışım.

Biraz daha arabayla ilerledikten sonra eve gelmiştik. Eve girdiğimde mutfağa ilerleyip yanıma yiyecek ve içecek alıp en favori yerime gittim; odam. Merdivenleri ikişer ikişer çıktım, odama ilerledim ve kendimi yatağımın üstüne attım. Odamın da benden pek farkı yoktu, o yüzden burayı seviyordum. Boş ve mor. Bir yatak ve bir dolap vardı sadece, bomboştu, benim gibi. Beni gören insanların odamda bir sürü rock gurubunun posterleri asılı olduğunu düşüne bilirdi ama yoktu, saçımın renginde mor duvarlar, ahşaptan yapılmış mor bir yatak ve mor bir dolap. Mor'u neden bu kadar sevdiğimi bilmiyordum, sadece o rengin beni temsil ettiğini düşünüyordum. Kucağıma son model bilgisayarımı aldım ve internette gezinmeye başladım, internette gezinmekten kastım Andy Biersack'ın fotoğrafları karşısında erimekti. Tanrı'm bu adama aşık olduğumu biliyordu. Bilgisayarın az pili kaldığını görünce aşağı inip şarj aletini almak için harekete geçtim, merdivenlere yaklaşınca aşağıdan kavga sesleri geldiğini duydum ve durup neler olduğunu anlamaya çalıştım.

"Bu nasıl olur Miranda? Bir kez daha atılmış okuldan!" bu babamdı. Sesi beni sinirlendirmeye yetmişti.

"Sana ne oluyor Micheal? Kızına babalık yapsaydın o zaman! Biz boşandık farkındaysan." son kelimelere doğru annemin ağladığını anlamıştım.

"Ben kızıma babalık yapamıyorsam sende annelik yapam-"

Babamın katlanamadığım sesini ben kesmiştim;
"Ooo Micheal gelmiş!" alaylı bir ses tonuyla salona giriş yapmıştım.

Annem ağlamış olduğu için kızarık olan gözleriyle ağzı açık hareketlerimi dikkatla izliyordu.

"Ben senin Baba'nım bana öyle konuşamazsın Charlie!"

"Havlamayı kes! Senin gözünde kızım olabilirim ama sen benim babam değilsin, bu evi o orospuyla terk ettiğin gün benim için bittin, şimdi çık git ve bir daha anneme değil konuşmak yaklaşma bile!"

Babam beni baştan aşağı süzdü, eskiden çok sevdiğim siyah gözlerinde bir anlıkta olsa hüzün geçtiğini görmüştüm. Bu Gözlerimin rengini bile o şerefsizden aldığım için kendime lanet okuyordum. Arkasını dönüp çekip çıktı.

"Charlie..."

"Anne bu adam'ı bir daha bu eve sokma, eğer yüzüne sıçıcam bokun kokusuna katlanmak istemiyorsan çünkü bir daha gerçekten yüzüne sıçıcam."

Anneme ne kadar kızsamda eğilip anlına bir öpücük kondurdum;
"O pisliğe ihtiyacımız yok anne, biz böyle iyiyiz bunu sende görüyorsun" alnımı alnına dayadım "eğer birine ihtiyacın varsa ben varım, seni seviyorum..."

Girerken koltuğa fırlattığım çantamı alıp evden çıktım. Seattle'ın küçük bir kasabasında yaşamanın avantajı dışarıda kimsenin olmamasıydı, kafama estiğinde sigaramı alıp çıkabiliyordum. Sigaranın dumanını zevkle içime çektim, içim dolduran tek şey bu sigaranın dumanıydı, ne arkadaş sevgisi nede aşk, bir tek annem vardı bu içimi çok az dolduran. Kalbim boş, içim boş yalnız ben...
Baya bir yürüdükten sonra tanımadığım bir yere gelmiştim, pek şaşırmamıştım çünkü 17 yıldan belli evimin çevrelerinden hiç ayrılmamıştım. Kasabamızda orman olduğunu biliyordum fakat ne kadar yaramaz bir kız olsamda korktuğum için hiç gitmeye cesaret etmeştim ve şimdi karşımda bir ağaç ordusu duruyordu, ikincisini ne zaman alıp içtiğimi unuttuğum sigarayı ormana girmeden yere atıp ezdim be şimdi Ormanı keşfetmeye hazırdım. Yavaşça bir yerlerimi çizmemek için ağaçların arasından geçmeye başladım, kafamda tam olarak ne aradığını bilmiyordum sadece ormanı gezmek istiyordu canım. Yanından geçtiğim her ağaç birbirine benziyordu. Biraz daha yürüdükten sonra bir göl olduğunu tahmin ettiğim bir alana gelmiştim ama karşıda birisini gördüğüm için durmuştum. Neden saklandığımı bilmesemde kendimi ağaçların arasına sıkıştırdım ve gölün karşısında bulunan erkeğe baktım. Yalnızdı ve boş boş gölü izliyordu, uzun boylu ince ve beyaz diyebileceğim kadar sarı saçları vardı. Onu daha dikkatli izledim ve üstündeki tişörtü çıkarttığını fark ettim, tişörtünün altında sakladığı pürüzsüz ve porselen tenine hayran kalmıştım. Güneşin ışığı üstüne çarpıyordu ben hala onu hayranlıkla izlerken pantolonun çıkartı ve bilmesede bana o muhteşem vücudunu gözlerime sunmuştu. Hızlı bir şekilde göle girdi ve kafasını gölün kenarında bulunan taşa yaslayıp öylece durdu. Burda saatlerce kalıp onu izleyebilirdim. Ilk defa dövmelerime pişmandım, onun o pürüzsüz ve beyaz cildini kıskanmıştım. Burada sonsuza kadar kalamayacağını bildiğim için ne kadar istemesemde arkamı döndüm ve ses çıkartmamak için ağır hareketlerle bulunduğum yerden sıyrıldım, ilk defa tanımadığım biri için üzülmüştüm. Onu bir daha göremeyeceğimi bildiğim için üzülmüştüm oysa onu tanımak isterdim. Biraz daha uzaklaşınca arkamdan bana seslendiğini duydum;
"Seni gördüm."
Belkide yanılıyorumdur? Belkide bir daha görecektim?

CharlieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin