''Acıyor be!''

''Salaklık etmeseydin acımazdı. Üstüme fırladın bir de.'' Homurdanıyordu. ''Şaka gibisin. Beni trenden atacaktın demek.''

''Hâlâ atmayı düşünüyorum aslında.''

Yaranın içine bakıyordu. ''Yok bir şey, saralım şunu.''

''Ben hallederim.''

''Sen mi? Hiç sanmıyorum. Şu hırkanı ver, dua et de gideceğin yer çok soğuk olmasın.''

''Hırkam olmaz, yok mu başka bir şey?'' gözlerim ceketindeydi.

''Hiç bakma öyle.'' Önümden uzanıp hırkayı aldı. ''Onun fiyatını biliyor musun sen?'' hırkanın bir ucunu dişlerinin arasına sıkıştırıp diğer ucunu eliyle çekti ve kolunu yırttı. ''Senin gibi aptal kızlara harcanmayacak kadar pahalı.'' Yarayı sardı ve elimin üstünde bağladı kumaşı. ''Oldu işte.''

Geriye doğru masanın öbür ucuna kaydım ve koltuğuma oturdum tekrar.

''Rica ederim. Hem az önce iyiydik. Neden kaçtın?''

''Sesini kes.''

Gözlerimin içine bakarak öne doğru eğildi. ''Bir daha sakın bana öyle hareketler yapma. Uyarıyorum seni.''

''Çok korktum.''

''Korktuğun için böyle davranıyorsun zaten. Numaram anons edildiği anda çıkacağım zaten bu trenden. Bu kadar korkak olma.''

Başımı cama çevirdim. Onu bu seferlik duymazdan gelecektim.

Birkaç dakika sessizce oturduk. Sessiz kelimesi aramızdaki şeyi açıklamaya yetmezdi. Arada derin soluklarımız, vagon dışından gelen çığlıklar, trenin gürültüsü... konuşmuyorduk yalnızca, buna sessizlik denirse evet sessizdik.

Tren aydınlığa çıktı. Hava dumanlarla kapalıyken buna aydınlık denebilir miydi? Hiç sanmıyorum. Sonra o ses duyuldu.

ÜÇÜNCÜ DURAK, 13 KASIM 2049.

Dördüncü Dünya Savaşı. Söyleme. Beni söyleme. Lütfen. Lütfen. Lütfen.

YOLCULARIMIZ 15 VE 22.

Çok şükür.

BİRİNİZ BU TRENDEN ÇIKANA KADAR MOLADAYIZ. YARIM SAATİNİZ VAR. DAHA UZUN SÜRDÜĞÜ TAKTİRDE MUHAFIZLAR İKİNİZDEN BİRİNİ SEÇECEKTİR.

İkisini aynı yere bırakmazlardı tabii.

İYİ ŞANSLAR.

"Şu suratının haline bak."

Gözlerimi ona çevirdiğimde kaşlarının çatıldığını gördüm.

"Az önce şah damarını kesmedim diye benimle böyle konuşabiliyorsun."

"Kesseydin o zaman, sonuçta bir katilsin."

Beni sinirlendirmeye çalışıyordu. Tuzağına düşmeyecektim.

Bomba uçakları az ilerideki evlerin üstünde uçuyorlardı. Bu savaş tüm dünya için bir dönüm noktasıydı. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Tek dil, tek millet. Bu savaşın bize yaptığı buydu. Sözde ırkçılığı ortadan kaldırmak için yaptıkları bu sistem, siyahileri ve Asyalıları en alt tabakalarda çalışmaya mahkum ediyordu.

Bu savaş çok can almış, insanları çok korkutmuştu. Savaşlar sadece yoksulları vurur, dedi babam bi seferinde 2049'u anlatırken. O, çocukluğunu bu zamanda geçirmişti. Kim bilir? Belki de şimdi bana küçük bir çocuk olarak çok da uzak değildi.

Trenden dışarı bir beden fırladı. Küçük bir beden. Çok hızlı olmuştu. Yerdeki yanmış otların içinde kıvrılmıştı. Düştüğü yerden kalkmıyordu.

O iğrenç ses tiksindirici bir kahkahayla konuştu.

TEBRİKLER 15 NUMARA. YOLUNA DEVAM EDEBİLİRSİN.

Olduğum yerde donup kaldım. O daha bir çocuktu.

"Siktir." dedi dokuz numara. Ayaklanmıştı. Bir yandan cama vuruyor, diğer yandan bağırıyor, küfürler ediyordu.

Tüm tren, şimdi büyük bir gürültüyle dolmuştu. Koridorlardan sesler geliyor ve küçük çocuk için sloganlar atılıyordu.

Yalnızca onu izlemekle yetindim. Sanki her şey benden bağımsız oluyordu. Sanki bir anlığına da olsa buradan çok uzaktaydım ve dışarıdan bir göz gibi izliyordum olanları.

Tren çoktan hareketlenmişti, son bir kez cama vurup kameraya döndü ve bir el hareketi çekti. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi yerine oturdu ve yakasını düzeltti. Başım dönüyordu.

Bir ara vagonun kapısı açıldığında iri yarı bir adam ikimize de göz attı.

"Siz değilsiniz, geberteceğim on beş numarayı. Bana katılın!" Kapıyı kapatmadan çıktı ve uzaklaşırken küfürlerini bize bıraktı.

Aralık kapıdan geçen, onu takip eden insanları görebiliyordum. Görüşüm bulanıklaşıyordu.

"Öldürecekler onu." diye fısıldadım. Bunu daha çok kendime söylemiştim ama beni yeni fark etmiş gibi baktı.

"Suç onun da değil." dedi ve gözlerini kapattı. Derin bir nefes verdi. Sakinleşmeye çalışıyordu.

Gözlerim yaşarmıştı, onun görmemesini fırsat bilip hızlıca sildim. O çocuğun yerinde Aziza olabilirdi. Bu trene o binebilirdi. Suçunu üstüme almasam onu da böyle bir böcek gibi ezebilirlerdi.

"N'oluyor?" dedi gözlerini açıp bana doğru eğilirken.

Nefes alamıyordum.

Masanın üstünden hızlı bir hamleyle atlayıp yan koltuğuma oturdu. "Sakin ol, sakin ol geçti. Bir şey yok."

Nefes alamıyordum. Ölecek gibiydim. Hava yetmiyordu.

Elini karnıma koyup sırtımı dikleştirdi.

Yetmiyordu. Derin soluklar alıyordum ama yetmiyordu.

"Şunu gevşetelim." deyip hızlıca yakamdaki birkaç düğmeyi açtı.

Tren sevinç çığlıklarıyla dolmuştu, on beş numarayı öldürmüşlerdi.

"İyi misin? Bana bak, iyi misin?"

Kafa sallayıp gözlerimi kapattım. Ellerini boynumda hissedene kadar da açmadım.

İki parmağının arasında, açtığı yakamın üzerinde parlayan kolyemi tutuyordu.

ZAMAN TRENİOù les histoires vivent. Découvrez maintenant