"Hadi kahvaltıya," dedim ondan ayrılırken. "Sonra hemen işe git ki akşam eve hemen gel. Özlerim çünkü," dedim gözlerinin içine bakarken. "Bir de ödül töreni var malum."

Kafasını sallayıp bedenini çekti. Boydan aynanın yanında asılı duran askılıktan gri takımının ceketini alıp giydi. "Gidelim o zaman," deyip elimden tutarak giyinme odasından çıkardı beni.

Kahvaltıdan sonra Tolga'yı zorla işe gönderdim. Kapıda sorgu sualiyle geçmişti. En sonunda kapıyı yüzüne kapattım gitmesi için. Gece olsun da şu haberi vereyim artık. İki günde illallah dedirtmişti bu haliyle.

Duştan sonra giyinme odasına gelip giyindim. Önden iki tutam alıp arkada tutturduğum saçlarıma son kez baktım, düzgündü. Küçük turuncu çiçekleri olan, prenses kol elbisemi elimle yukarıdan aşağıya doğru düzelttim. Alışveriş ve kuaför için rahat bir elbise kesinlikle işimi görürdü. Dolaptan alıp ayağıma geçirdiğim beyaz ayakkabılarıma uygun olacağını düşündüğüm pudra renk çantamla hazırdım.

Elim karnıma giderken boydan aynada tekrardan kendime baktım. Karnım büyüyüp şu anla kıyasladığımda belki çok fazla kilo alacaktım. Yanaklarım poğaça gibi olacaktı. Yüzüm, ellerim şiş bir şekilde etrafta gezinecektim belki. Ama sonunda... bebeğimi kucağıma alacaktım inşallah. O minik parmakları, küçücük dudağı ve burnu. Mis gibi bebek kokusu...

Gözlerimin dolması etrafı bulanık görmemi sağlayınca gözlerimi sildim. "Bebeğim..." diye fısıldadım kısık sesle. "Bize hayırlı ve uğurlu gel."

Tolga'ya alacağım hediye düşüncelerimi işgal etti. Düz bir şekilde 'baba oluyorsun' demek istemiyordum. Kalıcı olmasını, çocuğumuz doğup büyüdüğünde anlatmasını istiyordum. Bu yüzden kuaförden önce onun için küçük bir hediye alacaktım.

Odadan çıkarken hızla merdivenleri indim. Zeynep mutfaktaydı. "Zeynep," dedim kapı pervazına elimi yaslarken. "Bugün ben geldiğimde çıkabilirsin, yemek yapmana da gerek yok," bana döndükten sonra kafasını salladı.

"Tabii Burçin Hanım."

"Ben çıkıyorum, görüşürüz," dedikten sonra hızla evde çıktım. Garaja adımlarken etrafı inceliyordum. Güneş sabah saatleri de olsa yine sıcacık bir şekilde kendini gösteriyordu. Yaz ayında olmamızdan dolayı etraf daha bir canlı geldi gözüme. Her yer yeşil, sıcak ve canlıydı.

Garaj yolunu es geçip şakayıklara doğru ilerledim. Kapının hemen sol tarafına dikmiştik. Seviyorum diye bir sürü şakayık fidesi getirmişti sonra onları düzgün bir araştırmayla olabilecek en güzel yerlere dikmiştik. Ellerim pembe ve beyaz şakayıkların üzerinde gezindi. Burnuma çok hafif, zoraki duyumsanabilecek kokuları geldiğinde gülümsedim.

Eğilip koklamak isterken gözüm ileride siyah takım elbiseli birine takıldı. Beni görmesiyle uzaklaşması bir oldu. Şakayıkların dibindeki kapıdan dışarı fırladım. Yaklaşık 50 metre ilerideki villanın oralardaydı. Arkasına dönüp bana baktı. Sonra bir elini sağ kulağına götürüp bir şeyler söyledi. Gözden kaybolmaya başladıkça arkasında ilerlemeye başladım ben de. O hızlandıkça ben de hızlandım ama bir süre sonra bileklerime ağrı girdi. Adımlarımı yavaşlattım. Çantamdan telefonumu bulup titreyen ellerimle Tolga'yı aradım. Kulağıma götürdüğümde çok nadir denk gelen robotik sesi duydum.

Aradığınız kişi şu an başka biriyle görüşüyor...

Kapatıp birkaç kez daha tekrardan aradığımda aynı sesle karşılaştım. Yavaşlayan adımlarımda dolayı beni görünce kaçıp giden adam, görüş açımdan çıktı. Telefonla uğraşırken nereye kaybolduğunu görememiştim.

Zil sesini duyduğumda açtım. "Tolga," dedim sakin olmaya çalışarak. Ellerim hâlâ titremeye devam ediyordu, korkuyordum. "Bir adam gördüm. Evimizin karşısında, korkuyorum."

KAMELYA ÇİÇEĞİM - TamamlandıWhere stories live. Discover now