1. Bölüm

84 10 8
                                    

Vazgeçmiştim.
Bu rutubetli zindanda geçirdiğim dört yılın ardından içimde yeşeren her bir umut kırıntısından, özgür olacağıma dair her hayalimden teker teker vazgeçmiş ve kabullenmiştim. Buradan kurtulamayacaktım.
Buraya aittim. Bu zindanın bir parçasıydım. Hepte öyle kalacaktım...

Güneş doğuyordu. Birkaç saat içinde dükkanlar açılacak, pazar yerleri dolacak ve insanlar günlük koşuşturmalarına başlayacaklardı. Bu sırada ben önceki günü tekrar yaşayacaktım. Bugünün dünden, yarının bugünden hiçbir farkı olmayacaktı.
Dışarıda devam eden hayatın sesleri beni hayallere sürükleyecek, farkında olmadan umut  tekrar bütün benliğimi saracaktı. Sonra gerçeklik bir tokat gibi yüzüme çarptığındaysa aklımda aynı sorular yankılanıp duracak ve beni aynı tüketen döngüyle baş başa bırakacaktı.
Beni kurtarmaya gelen birileri olacak mı?
Nerede olduğumu bilen var mı?
Dahada önemlisi, dışarıda beni hatırlayan birileri var mı?
"Neden buradayım?" diye sormayı bırakmıştım. Merak ediyordum. Hem de ilk günkü kadar ama yanıtını asla alamamıştım. Merak duygum taze kalsa da bu sorunun cevabına duyduğum korku zamanla azalmış ve yok olmuştu. Artık bambaşka bir sorunun cevabına duyduğum korku vardı içimde.

Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Biraz ilerimde duran ölü tarantuladan gözlerimi ayırmadan bacaklarımı esnettim. Bulunduğum zindan diğer yeraltı zindanlarından farklı olarak bir kulezindandı. Tek hücreden oluşuyordu o da kulenin tepesindeydi. Kulenin dışarıya açılan bir kapısı yoktu. Altındaki uzun tünellerden saraya bağlanıyordu. Bu şeyde büyük olasılıkla tünellere aitti. Gece yarısı tıslamalarını duyduğumda ve meşalenin zayıf ışığında devasa bacaklarını gördüğümde bütün kanım çekilmişti. Şimdi parçalanmış ve ezilmiş ölüsüne baktığımda yine bütün vücudum geriliyordu. Tekrar canlanacak ve bana saldıracak korkusuyla güneş doğana kadar gözlerimi üstünden çekememiştim.

Parmaklıklara yaklaşarak muhafızların geldiğine dair herhangi bir işaret aradım. Kule sessizdi. Uzaktan gelen konuşmalar ya da birbirine sürten metalin sesi yoktu. Parmaklıkların ardında başında durmaya değer bir mahkum olmayınca istedikleri gibi gelip gitmeleri, hatta hiç gelmemeleri normaldi. Ben hiçbir zaman tehlikeli olmamıştım. Kulenin bizzat kraliçe tarafından korunması bir yana, buraya tıkıldığımda henüz çocuktum. Zayıftım. Şimdi de öyleyim. Hatta o çocuktan çok daha zayıfım. Bundan ötürü onlar için kundaktaki bir bebekten farksızdım.

Saatler sonra muhafızların geldiğinin habercisi olan, hücremin altı kat aşağısındaki tünel kapısının sesi duyuldu. Volta atmayı bırakıp hücrenin ortasındaki yerimi aldım ve beklemeye başladım. Nihayet kahvaltı yapabileceğim düşüncesiyle guruldayan mideme baskı uygularken diğer yandan duyacağım hakaretlere ve aşağılanmalara kendimi hazırlıyordum.
Sessizce tekrarladım. "Bugün duyacaklarını daha önce de duydun. Kırılmak yok. Bunu herkese yapıyorlar. Bütün suçlulara."
Ama ben suçlu değilim. "Sus." Kafamı sallayarak zihnimdeki sesi boğmaya çalıştım. Güneş çoktan doğmuştu. Artık gardını indirmek için çok geçti.
Önce yanan meşaleyi gördüm. Ardından ilk muhafız geldi. Bana bakmadan elindeki meşaleyi su dolu kovada söndürdü ve bıraktı. Hücrenin ufacık penceresinden giren gün ışığı içeriye az da olsa aydınlatmaya yetiyordu. Zaten birbirimizin yüzünü görmeye de pek hevesli değildik.
"Günaydın, zindan faresi." Kırılmak yok. Parmaklıkların karşısındaki sandalyeye yerleşirken bir yandan da etrafa bakınıyordu. Arıyordu. Zindanın loş ışığında neyi aradığını, ne yaptığını anlayamıyordum ama yerdeki ölü tarantulayı fark ettiğinde ve sırıttığında ne  yaptığını anlamıştım. "Demek yeni arkadaşınla tanıştın."
"Onu buraya sen getirdin." dedim içimdeki dehşeti bastırmaya çalışarak. Bu bir soru değildi. Tehdit hiç değildi. Sesimin sakin çıkması için bütün gücümü kullanıyordum. Çünkü istedikleri buydu. Duygu belirtisi. Bu sayede bahane üretip beni dövebilirlerdi.

Söylediğim şey onu kırmış gibi elini kalbine götürdü.
"Asla. Ben öyle biri miyim? Eğer elinden tutup ona buraya kadar eşlik etmiş olsaydım, evet. Tünel kapısını açık bırakmakla o şeyi buraya bizzat getirmek aynı değil."

"Kapıyı açık mı bıraktın?" Bu kez sesimdeki telaşı gizleyemedim. Görevlerinin beni korumak değil yaşadığımdan emin olmak, bana eziyet etmek olduğunu biliyordum. Lakin bu kadar savunmasız ve kendi başıma bırakıldığımı düşünememiştim. O kapı beni güvende hissettiren, yalandan da olsa kendimi teselli edebildiğimi tek kalkanımdı. Kulezindan ve saray arasındaki tüneller koca bir örümcek ağı gibiydi ve söylenene göre bütün krallığa yayılıyordu. Göz ucuyla tarantulaya baktım. Onun tünellerden geldiğini zaten tahmin etmiştim ama aşağıda dolandığını, yavruladığını hatta kolaylıkla buraya girip çıkabileceklerini düşünmek bile ürpermeme yetiyordu. Hepsi bir yana tünellerin yayıldığı alanı göz önünde bulundurunca ondan çok daha tehlikelileri olabilirdi.
Muhafız aniden ayağa kalkıp parmaklıkların önünde bittiğinde irkildim. "Sen olayı dramatize etmeden önce şunu sormama izin ver."
İzin ver. Her hareketiyle, ağzından çıkan her sözle benimle alay etmeye özen gösteriyordu. Hayatında nezaketen de olsa izin isteyeceği son kişinin ben olduğunu biliyordu. Ve benimde bilmemi istiyordu.
"Kapı açık olsun ya da olmasın, fark eder mi? Burası.." durdu ve kollarını iki yana açarak zindanda olduğumuzu vurguladı. "Güvenli mi?"

Cevap vermemi beklemeden parmaklıklara yaklaştı. Yüzüme doğru eğilip gözlerimin içine baktığında çok yakındık. Öyle ki içtiği romun kokusunu rahatlıkla alabiliyordum. "Seni korumak zorunda olduğumuzu mu düşünüyorsun? Sence görevimiz bu mu?" Kulağa soru değil daha çok bir tehditmiş gibi geliyordu. Evet, dersem elini parmaklıkların arasından uzatıp gırtlağıma sarılacakmış gibi.

"Hayır." Boğuk çıkan sesime lanet olsun. "Ama," sesimdeki korkuyu fark etmediğini umarak boğazımı temizledim. "Beni öldüremezsiniz. Bu şey de muhtemelen zehirliydi ve onu fark etmemiş olsaydım siz gelene kadar çoktan ölmüş olurdum."

"Ve bunun sorumlusu biz mi olurduk?" Yutkundum.
"Yüce Kraliçemiz, soylu faresi bir böcek ısırığı yüzünden öldü diye bizi mi cezalandırır?"

"Cezalandırmaz mı?" dedim fısıltıyla. Daha çok kendime sorduğum sorunun aptallığına katıla katıla güldüğünde utanmadan edemedim. "Bak," dedi bir öğretmen edasıyla. "Bütün akılsızlığına rağmen sana sabırla cevap vereceğim." Sanki o yeryüzündeki en bilge kişi bende onun öğretilerine aç öğrencisiydim. "Seninle bu lanet zindanda tıkılıp kalmış dahi olsam hâlâ bir muhafızım. Emerallt ordusunun bir parçasıyım. Hükümdarlarımıza sadık, tamamıyla onlara aitim."
Gözlerini asla yüzümden ayırmıyor, sözlerinin üzerimdeki etkisini görmek için her şeyi deniyordu.
"Peki sen?" Ama ona istediğini vermeyecektim.
"Sen kimsin? Benim bu koca krallıkta bir yerim, bir değerim var. Peki senin neyin var?" Parmaklıkların arasından elini uzattığında kaçmak bir yana nefes almaya dahi fırsatım olmadı.
Çenemi kavrayıp beni kendine çekerken kurtulmaya çalışmadım. Kurtulma girişimlerimin sonu hep kötü bittiği için bir an önce benden sıkılmasını beklemekten başka çarem kalmamıştı. Bugün sana istediğini vermeyeceğim. Hıncını başkasından çıkar.
"Güzel değilsin. Zeki olmadığını biliyoruz."
Çenemi sıktı. Acıdan gözlerim yaşardı. İzi kalacaktı.
"Bu gözlerin işe yarayacağını mı sanıyorsun?" Bakışları midemi bulandırmıştı.
"Cezalandırmak mı?" Güldü. "Aslında bunun için bizi ödüllendirirdi. Senden kurtulmayı o kadar çok istiyor ki. Sadece diğer krallıklar soracağı için yapamıyor. Öldürülmesini emrettim, diyemez. Talihsiz kız bir böceğe kurban gitti. Çok hoş olur doğrusu. Diğerleri de çok gençti yazık olmuş der ve hayatlarına kaldıkları yerden devam ederler."
Bitirdiğinde en ufak duygu belirtisi için bekledi. Göz yaşı, öfke ya da çatık kaşlar. Hiçbir şey alamayacağını nihayet anladığındaysa çenemi son kez sıktı. Parmaklıklardan uzaklaşıp yerine dönerken sessiz ve derin bir nefes aldım. Başardın. Ama zafer kazanmış gibi hissetmiyordum. Haklıydı. Bir değerim yoktu. Yerim yoktu. Sıfatım, ünvanım hepsi elimden alınmıştı. Tek gecede. Gerçekten benim olsalardı elimden almaları bu kadar kolay olur muydu acaba?

İkinci muhafız elinde yemeğimle geldiğinde artık aç değildim.

Zümrüt SarayWhere stories live. Discover now