Gazâl, bir taraftan da Memed'in geleceği günü sayıyordu ama ilk başlardaki gibi hevesle geçmiyordu gizlice bir çentik attığı ahırın tahtasının başına. Elindeki çakıyla siliyordu tek tek günleri. Altı ay kalmıştı. Tam altı ay.
Bir doğum gibiydi Memed'in dönüşü. Neler getirecekti? Memed'in gelişiyle kurtuluş gelecekti, hasret sona erecekti... Gazâl ardına çok sevdiği Süleyman Bey ile Feride Kadın'ı, artık aralarının çok iyi olduğu ve kendisine akran olarak bir soluk, bir destek olan Emine'yi bırakacaktı. Kendisini güldüren, Mustafa'dan ayırmadığı Aslan'ı bırakacaktı. Saygılı mı saygılı, mert birer delikanlı olan, ona iyi davranan ve mutluluklarını da görmek istediği Adil ve Akif'i bırakacaktı. Evi, ocağı, mutfağı, ahırdaki inekleri, büyük tosunu ve buzağıyı, arka taraftaki bahçeyi bırakacaktı.
Ve... Aldemir. Aldemir de geride kalacaktı.

Ama abisi... Ama Mustafa... Ama anası... Ama başını rahatça, yarın ne olacak diye düşünmeden yastığa koymak...
Peki emmisi? Peki ardından patlayacak dedikodu tufanı? Peki yargılayan, süzen, eskiten bakışlar?

Gazâl düşünmek istemedikçe düşünceler beynine üşüşüyordu. Yine de belli etmiyor, o ay yüzüne bir güzel gülümseme koyuyor ve işini yapmaya devam ediyordu genç kız. Hele arada Cevriye Kadın'ın söyledikleri hatırına gelecek oluyor, Gazâl düşünmemek için gerek fiziksel gerek düşünce olarak öyle zor şeylere koşuyordu ki kendini, çalışmak veya düşünmekten yorgun düşüp yatağa kendini atana kadar durmak bilmiyordu.

Güle oynaya dutu bir kaba koydular. O sırada Aslan geldi.
"Yenge,"  dedi,  "Babam dedi ki muhtargile gidecekmişin."

Gazâl durdu. Aldemir, pat diye atladı yüksek bir daldan yere. Birkaç toz kalktı yerden.

"Ne münasebetle tam olarak?"  diye bir ses duydu Gazâl,tam arkasından.

Emine dönüp baktı.
Abisinin son zamanlardaki korumacı tavrı, herkesi olduğu kadar onu da şaşırtıyordu. Gazâl, onunla asla Aldemir ile arasındaki ilişkiden konuşmuyordu kız. Ketumdu. Ne kendisinin, ne kocasının, ne de başkasının sırrını ağzından verirdi. Yalnızca, 'iyi arkadaşız'  demişti o kadar. Seviyoruz, ediyoruz, şu bu diye tek kelam çıkmamıştı ağzından. Zaten çıkmasına da gerek yoktu. Emine o ikisinin arasında gerçek bir evlilik olmadığını ve olmayacağını biliyordu. Gülayşe varken...

Aslan,
"Telefon gelmiş."  dedi.

Gazâl’in yüreği kuş gibi çırpınmaya başladı o an.

"Kimden telefon gele ki sana Gazâl?"  dedi Aldemir, bir iki adım atarak kızım omuzu yanında durmuştu. Herkes, kötü bir durumu olup olmadığının merakı içerisindeydi. Köyde, henüz yalnızca muhtarın evinde ev telefonu vardı. Telefon direklerinin tüm köye dağıtılması henüz bitmemişti. Bu sebeple birisine telefon geldi mi, o da yılda bir, muhtarın yanına geçmek zorunda kalırdı.

"Bilmiyorum..."  dedi Gazâl. Aklına bin türlü şey geliyordu. İlki abisiyle ilgili felaket teorileriydi. Memed, Mardin'de görev yapıyordu fakat daha on günlük askerken sınırötesine geçmişlerdi. O zamandan beri ne mektup gönderebilmişler, ne de alabilmişlerdi. Emmisi de bunun üzerine habersiz olarak gelin vermişti Gazâl’i zaten...
Gazâl yanaklarının, boynunun, göğsünün acıyla yandığını hissetti. Telaş ve panik, bir yılan gibi ayak parmaklarından yukarı sürünerek tüm vücudunu hapsetti birkaç saniye içinde.
"Ne demiş muhtar Aslan?"

"Sizin geline askeriyeden telefon var, gelsin demiş inge."

İşte. Memed. Memed ile alakalı bir şey idi bu.

"Götür beni Aslan."

Gazâl öne atıldı. Aldemir de peşinden.

"Aslan dur sen. Gel benimle..."

YarkıyısıWhere stories live. Discover now