¹²Beklenmedik Şeyler ve Genç Prenses

Start from the beginning
                                    

Dükkânın süslü bir şekilde yazılmış isminden başka dışarından görülen ilgi çekici bir yanı yoktu. Ama öylece durmasına rağmen sanki kendisini çağırıyor gibiydi.

Küçük bir çanın çınlama sesi kulaklarını doldurdu. Tekli kapıyı ardından kapatarak içeri doğru adımladı. Her yerde akvaryumlar vardı. İçlerinde tek gözlü yaratıklar, kocaman dişleri olan uzun kuyruklu balıklar, fosforlu mavi renginde parlayan kabuklu canlılar vardı. Kimileri çocuklarına evcil hayvan seçmek için buradaydı kimileri ise onları eğitip tehlikeli birer silah yapmak için buradaydı. Eliza onların kim olduğunu kaba bir şekilde tahmin edebilirdi çünkü bazıları üstlerine siyah pelerin giyerek şapkayla yüzlerini gizlemişlerdi. Tıpkı kendisi gibi.

Tavandan bir kıpırtı geldiğini gören Eliza gözlerini oraya odakladı. Saniyeler içinde tavandan açılan bir kapının ardından genişçe bir merdiven kayarak prensesin önünde durdu. Hizmetkârı onun güvenliğini korumak için hızla önüne geçse de prenses onu omzundan nazikçe tutup geriye çekti. Başındaki kapüşonu indirip merdivene doğru yaklaştı. Merdivenden aşağı uzun kuyruklu bir çocuk koşarak indi ve kapıdan dışarı çıkarak gözden kayboldu.

Üzerinde kırmızı halı serili merdivenin ilk basamağına adım attığında merdiven hareketlenerek kendisini üst kata çıkardı. Hizmetkârı peşinden koşturarak onu yalnız bırakmaktan çekindi.

Yukarı çıktığında gözlerine inanamadı. Havada uçuşan minik ejderler, kendi kendine yürüyen masalar, kıpırdayan döşemeler ve içerideki herkesin patlayan, uçuşan ya da parlayan bir şeylerle uğraşması... Bu onun için yeniydi çünkü babası onu tehlike arz edebilecek her şeyden uzak tutardı. Bu yüzden sarayları sıkıcı ve heyecansızdı.

Dükkân dışarıdan görüldüğü gibi küçük ve sade değildi. Çok geniş olmakla beraber sıra sıra dizilmiş büyük kitaplıklar da vardı dükkânda. Kitaplıklar tavana kadar uzanmış olsa da, tavanın sonunu göremediği için ne kadar uzun olduklarını anlayamadı prenses. Dibi karanlık bir çukuru andırıyordu.

"Ne arzulamıştınız genç hanım." Kendine yöneltilen soruyla afallamıştı Eliza.

"Bana mı dediniz?"

Zales kısa bir süre baygın gözlerle karşısındaki genç kıza baktıktan sonra cevap verdi.

"Arkanızdaki duvarla konuşuyorum. Duvarla iletişimimi kesen beyaz koca kafanızı çekebilir misiniz acaba?"

Prenses saf ve şaşkın gözlerle kendisine bakarken hizmetkârı öne atılıp elinden bir hançerle Zales'i tehditkâr bir tonda uyardı.

"Sözlerine dikkat et seni aciz kedi. Kiminle konuştuğunu biliyor musun?"

Kiminle konuştuğu Zales'in umrunda bile olmazdı ancak kendisine karşı tehditkâr bir tavırla yaklaşılması Zales'in umrunda olurdu. Yüzüne hakim olan büyük gülümsemesi hiçte bir çalışanın nezaketini andırmıyordu. Uzun tırnaklarını ortaya çıkardığında işlerin sarpa saracağı kesinleşti. Prenses tedirgin bir şekilde hizmetkârını sakinleştirmek istese bile karşısındaki kediyi kimin sakinleştireceğini bilmiyordu.

O sırada sağında bir hareketlilik hissetti. Tavanın karanlık köşelerinden bir yerden çıkan uzun ipe asılmış biri sallanarak bulundukları yere doğru geliyordu. Havada resmen süzülüyordu. Asıldığı ipi bırakıp tam ortalarına atladı.

Üstünde mor bir gömlek altında ise siyah kumaş pantolon bulunan genç kız arkadan ördüğü uzun kahverengi saçlarıyla önlerinde belirmişti. Sol gözüne siyah bir bez örtmüştü ve tabağa benzeyen şapkasıyla ilginç görünüyordu. Bu tarzı daha önce hiç görmemişti.

Zales bir eliyle prensesin hizmetkârını göstererek konuştu.

"İlk o başlattı!" Hizmetkârın yüzü pelerininin geniş şapkası yüzünden anlaşılmasa bile şaşırdığı irkilmesinden belliydi.

Ruh MimarıWhere stories live. Discover now