One 🔮

50 6 57
                                    

Hongjoong önünde olduğu küçük evi görünce derince iç çekti.

O burada olmak istemiyordu. Bu doğaüstü şeylerin hiçbirine inanmıyordu da. Ancak koşullar onu zorluyordu ve seçenekleri gittikçe tükeniyordu. Ve tahmin edebileceğiniz gibi, tüm zamanların en iyi cadısı olan Seonghwa'yı ziyarete gelmişti. Köylülerden onun hakkında bir kaç şey duymuştu.

Duyduğu gibi, cadımız ormanın içinde yalnız yaşıyordu ve her türlü dileği yerine getirebiliyordu. Hongjoong ilk başta çok şüpheliydi bu konuda ama aynı zamanda çaresizdi de.

Oraya gitmeden önce, Seonghwa hakkında mümkün olduğunca çok şey öğrendiğinden emin oldu. Herkes onu tanıyor gibiydi ve onun hakkında pek de güzel konuşmuyorlardı. Köylüler, Seonghwa'yı ziyarete gelen diğerlerinden neler olup bittiğini duymuşlardı.

Gerçi onu ziyaret edenler artık hayatta değillerdi, ya da öyle söylenmişti.

Hongjoong, yalnızca cadının kara kedisini yakalayıp ve tasmasındaki anahtarı Seonghwa'ya getirebilirse dileğinin gerçekleşeceğini öğrendi.

Başta bunu oldukça saçma buldu ama aklına geldi ki. Seonghwa bir cadıydı ve istediğini yapabilirdi. Kendisine gelen insanlar gibi çaresiz değildi, tam tersine oldukça güçlüydü.

Ve bu Hongjoong içinde geçerliydi. Yardımına muhtaçtı, onun da bir dileği vardı.

Bu nedenle tam da şu an cadının evinin önündeydi. Köylüler ona evin bir haritasını vermişlerdi, pek çok insan onun nerede olduğunu biliyor gibiydi.

Hongjoong evin yakınında durarken, kendisini çevreleyen garip bir aura hissine engel olamamıştı.

'Tabii ki de Hongjoong. Bir cadının evinin önündesin, ne bekliyordun ki?'

Bacakları titreyerek ön kapıya yürüdü ve kapıyı çalmaya hazırlandı. Ama yapamadan kapı kendi kendine açıldı.

Hongjoong'un kalbi, karşılaşabileceği şeyden korkarak hızlı hızlı atıyordu.

Titreyen elleriyle açık olan kapıyı ittirdi.

"Merhaba? Girebilir miyim?" diye kibarcana sordu. Ne? Kapının kendi kendine açılması, eve öylece içeri girebileceği anlamına gelmiyordu.

"Gelebilirsin." Uzaktan bir ses duydu ve bunu bir kıkırdama takip etti.

Nasıl cevap verebileceğini bilemeyen Hongjoong sadece gerginliğini bastırıp içeri girdi. Ve girerken kapıyı arkasından kapatmayı da unutmadı.

İçerisi oldukça karanlıktı, insanımız içeride neler olduğunu veya herhangi bir mobilya olup olmadığını anlayamıyordu. Pencereler kapalıydı ve bu içeriye ışığın girmesini baya bi engelliyordu.

Bir alkış sesi duymasıyla oda ışıklarla doldu. Hongjoong ani parlaklıktan gözlerini kapattı, bu gözlerini acıtmıştı. Yavaşça gözlerini kırpıştırdı ve odayı incelemeye başladı.

Evin dışı içeriye hakkını vermiyordu. Aslında Hongjoong o küçük görünen evin oldukça büyük olduğunu düşündü.

Sol tarafta bir koltukla şömine vardı. Şöminenin içerisinde içi dolu gibi görünen kocaman bir tencere vardı. Ve arkasına büyük bir kitaplık. Sağ tarafında ise sandalyeli bir masa ve üzerinde dolaplar vardı.

Gözü evin köşesinde olan, ve muhtemelen aşağı inen merdivenlere takıldı.

Ama cadıyı henüz bulamamıştı, sanki evin içinde hiç kimse yokmuş gibiydi.

'Muhtemelen aşağı inmiştir' diye düşündü. Yine de odanın ortasında hareketsiz dikilmeye devam etti. Ne yapması gerektiğini kesinlikle bilmiyordu.

Black Cat // Ateez (Çeviri)Where stories live. Discover now