6-Büyük Tanışma

Start from the beginning
                                    

Çoğu iki isim kullanıyordu. Muhtemelen imparatoriçe bu yüzden isim değişmekten bahsetmişti.
Sarayın bütün merdivenlerini inmek ve bahçeye çıkmak çok uzun sürmüştü saray çok büyüktü. Bir o kadar yolu da imparatorun çay bahçesine giderken yürümüştüm.

Vardığımda imparator, imparatoriçe ve prensler oturuyordu. O kadar güzel bir aile tablosuydu ki bir an girip de,huzurlarını bozarsam diye düşündüm. Düşüncemden utandım. Sonrasında şövalyenin bana eliyle ileriyi göstermesi ve selam vermesi ile yanlarına vardım. En büyük prens siyah saçlı ve yeşil gözlüydü. Beyaz tenliydi. Yakışıklı biriydi. Ortanca prens kumral,mavi gözlü,beyaz tenli biriydi. Diğerlerine nazaran gerçekten çok yakışıklıydı. Küçük prens henüz tombul pembe yanaklı,siyah gözlü,siyah saçlı bir çocuktu.

"Castina İmparatorluğu'nun asil üyelerini selamlıyorum."dedim. İmparatoriçe gülümsedi ve başıyla selam verdi

"Merhaba Caroline. Otur bakalım."dedi imparator. Yavaşça en küçük prensin yanına konmuş sandalyeye oturdum. Ancak burada hissettiğim, daraltıcı,gergin hava nefes almamı zorlaştırmıştı. Kim bilir belki korsemdi?

Birkaç dakika sessiz geçti. Bir hizmetçi gelip çayları doldurdu. İmparatoriçe konuşmaya başladı.

"Caroline hangi çayları seversin bilmiyorum. O yüzden hepimizin tercih edeceği bir çay demlettim."dedi imparator

"Teşekkür ederim."sessizce etrafa baktım.
Etrafta tanıdık bir yüz yoktu. Birkaç dakika büyük prens ve ortanca prensin konuşması ile geçti. Küçük prens sessiz ve sakin bir şekilde oturuyordu. Ama devamlı olarak bana bakıyordu. Tanrı şahit,bu küçük çocuk pempe ve tombul yanakları ile elma şekerine benziyordu.

"Portakal,portakal rengi."dedi bana bakarak. Ben gülümseyerek ona baktım,oda gözlerini parlatarak bana baktı.
"Evet,portakal rengi. Seviyor musun bu rengi?"dedim gülümseyerek.

"Evet çok güzel. Hem güneşte parlıyor!"dedi şen şakrak bir sesle. İmparatorun yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluşmuştu. İmparatoriçe güldü ve bana baktı.

"Gerçekten güneş vurunca saçların parlıyor. Çok hoş. Ancak eskisi kadar beğenilmiyor. Güzel yüzün o ihtimali yok ediyor gerçi."dedi imparatoriçe.
"Teşekkür ederim majesteleri."

İleriden bir hizmetçi geldi. Elinde birkaç mektup vardı. Ortanca prense yaklaştı ve mektubu verdi.
Prens mektubu görünce gülümsedi.

"Akademiden mektup gelmiş baba. İstersen sen bak."dedi ve imparatora uzattı. Uzunca inceledi ve okudu.

"Altı ay içinde akademiye başlıyorsunuz. Eğitiminizi başladıysanız tamamlamanız önemli."dedi.

Hava artık soğumaya başlamıştı. Akşam üstü güneşi gidince hafif bir rüzgar başlamıştı. Üşümüştüm ve artık odama gidip kitaplarımı okumak istiyordum. Ayakkabılar da feci ayağımı ağrıtıyordu. Müsaade isteyip kalkmak için hazırlandım.

"Majesteleri müsaade ederseniz artık odama çekilmek istiyorum."dedim. İmparator tek kaşını kaldırıp bana baktı.
"Peki, müsaade senin."dedi. Ayağa kalktım ve referans yaparak geri çekildim. Yakınlarda bir şövalye yoktu. Ama geldiğim yolu hatırlıyordum. Yavaşça yürümeye başladım.

Arkamdan birisi koşarak geldi. Küçük prensti bu gelen. Minik bacakları ile bana yetişmeye çalışıyordu.
"Majesteleri, koşmayın düşeceksiniz. Ben sizi bekliyorum."dedim.

"Portakal kız neden gitti?"dedi ağlamaklı bir sesle. Gülümseyerek cevap verdim.

"İşim vardı majesteleri. Onları vaktinde halletmem lazım."dedim başını okşarken. Başını salladı ve çay bahçesine geri gitti. Hemen ardından büyük prens ve ortanca prens gelmeye başladı. Seslerinden tanımıştım ancak dönüp bakmadım.

Acaba burada cidden uzun süre yaşama ihtimalim var mıydı? Halk beni nasıl karşılardı? Bu düşüncelerde kaybolmuştum. Ne yürüdüğüm yolu bildim,ne attığım adımı. En son sarayın kapısına geldim. Odama kadar hızla gittim. Kapımı kapattım ve ayakkabıları çıkarttım.

"Bu topuklu şeyleri bulan kim ki? Hayır ne gerek var sanki! Birde dar saçma sapan birşey."dedim kendi kendime.
Hızlıca üstümü değiştirdim ve kendimi yatağa attım. Koridordan bazı sesler geliyordu. Ancak yorgunluğum merakımı ezip geçiyordu. Yavaş yavaş gözlerim kapandı ve karanlığa gömüldüm.

" Edmund hayır! Ben değildim o kadın yalan söylüyor! N'olursun yapma, bırak yaşasın çocuğum."dedi kadın yalvararak. Dizlerinin üzerine çökmüş yüksek ve gür sesiyle bağırıyordu.
"Burada bildiğim tek yalancı sensin! Senin söylediğin her şeye şüphe duymadan inanırdım. Ancak o zamanlar geride kaldı. Çocuk yaşayacak. Eğer erkek olursa yaşar, değilse ölüme mahkum. Git artık."dedi adam acımasız bir sesle.

Ancak içi parçalanıyordu. Sevdiği kadın onun çocuğuna hamileydi. Ancak ona ihanet etmişti. Lydia ona gözleri ile gördüğünü söylemişti. Portakal saçlı güzel sevgilisine acıyordu. Onu böyle ağlayıp,yerlerde yalvarırken görmek gururuna dokunuyordu.

Kadın karşısında ki adamın onu seven, saygı duyan, onu mutlu eden sevdiği adam olduğuna inanamıyordu. Kalbini ellerinin arasına alıp,toz etmek istercesine parçalamıştı bu adam. Ailesinin,annesinin,kendini adadığı eğitiminde bunu öğrenmemişti. Kadın o anda bir karar aldı. Geri dönüşü olmasa da,canı pahasına da olsa bu çocuğu kurtaracaktı.

Saraydan büyük bir hızla çıktı. Aylar boyunca kendini eğitti,yapabileceği herşeyi düşündü. Bebek büyümüştü. Hekimler bebek değil "bebekler"olduğunu söylemişti. Kadın o kadar mutlu oldu ki, çocukları için herşeyi yapmaya hazırdı. Yeter ki onlar yaşasındı...

Aniden odanın kapısına sert bir tekme atıldı. Yerimden sıçrayarak uyandım. İçeriye tamamen siyah giyinmiş, yüzü kapalı birkaç adam girdi. Cellatlar mıydı? Yüksek sesle çığlık attım. Hızla yataktan kalktım ve her ihtimale karşı taşıdığım hançerimi çektim. Adamlardan biri üstüne koşmaya başladı. Yere eğilip bacağına bir kesik attım. Diğerlerine de aynı şekilde ufak kesikler atabildim. Hepsi çok hızlı,bir yılan gibi kurnazca hareket ediyordu.

"Yardım edin! Muhafızlar yok mu?"yüksek sesle bağırdım. Gözümün önünr ailem geliyordu. Anneme ihtiyacım vardı, herşeyden çok.

Ben bu düşüncelere dalmış iken,karnıma yediğim tekme ile yere düştüm. Abartısız iç organlarımla kaburgalarım iç içe girmişti.
Yerde öksürmeye başladım. Nefes alamıyorum resmen. Yavaş yavaş gözlerim kararmaya başladı. Bir tekme beni bu hale getirmemeliydi. Gözlerim görmedi,sesler yok oldu. Yavaşça karanlığın içine, hiçliğe gömüldüm...
Duyduğum son ve net ses "Kıza zarar vermeyin demiştim"diye bağıran bir adamın gür sesi oldu.

Yedinci Evrenin PrensesiWhere stories live. Discover now