Onu alıp aşağıya inerken abim Ayaz'a sövüyor, annem de onu sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Nil korkuyor, bağırmayın artık" dedim titreyen dizlerimle. Babam beni baştan aşağıya süzüp "gel otur, anlat şunu doğru düzgün" dediğinde, insan öldüğünü nasıl anlatır diye düşündüm içimden. Böyle cümleler kitaplarda bile anlamını tam olarak veremiyordu, kalbim sızladı denirdi en kötü, ya da içim acıdı. Karşımda bunlara anlam verecek gibi duran kimse yoktu, herkes kendi derdindeydi.

"Konuştuk, ayrılmaya karar verdik" dedim kısaca. Aslında can çekişmemi uzun uzun anlatmak, annemin dizlerine yatmak, babamın gözlerindeki sevgiyi görmek isterdim. Azalmazdı belki, ama en azından yaramı sarardı, kan kaybediyorum desem göster yaralarını derlerdi, iz yok diye kimse inanmazdı bana, oysa yaralarım küçümsenmeyecek kadar derindi.

Bazı şeyler anlatılmıyormuş, onu anladım. Beni görmeleri gereken yerde, geçemediğim bir sınavı uzun uzun tartışıyor gibilerdi.
Annem bana "senin de alttan alman gerekirdi, çocuk oyuncağı değil ki bu, anlatmış işte yapmamış bir şey. O kadının istediğini verdin, aferin sana Güneş" dediğinde, bu konuşmanın benim için bittiğini anlayıp hiçbir şey söylemeden bahçeye çıktım.

Benim halimi görün, anlayın demekten utandım aileme, insan annesine bunu dememeliydi. Ağzımı açacak halim de yoktu o zaman, konuşmak beni yoruyor, beynimi uyuşturuyordu sanki. Ben başından beri kazanamayacağım bir savaş vermiş, aklımı da, kalbimi de kaybetmiştim. Yenilgiyi kabul edip susmak en iyi seçenek gibi geliyordu.

Abim gelip yanıma oturduğunda, ondan sigara istedim. Önce afallamış gibi yüzüme baktı, sonra çıkardı, önce benim sigaramı yaktı, sonra kendi sigarasını. Sus pus oturduk sigaralarımız bitene kadar, o saate kadar yaşadığım en güzel andı.

Başımı abimin omzuna koyup nefes almaya devam ettim bir süre daha.
"Eğer konuşmak istiyor da susuyorsan, anlat bana" dedi aramızdaki anlamlı sessizliği bozarak. Bugüne kadar ondan duyduğum en naif cümleydi bu, gülümsedim, insan ölürken de gülebiliyormuş, nefes almanın üzerine bunu da tecrübe ettim.

Elimi eline koyarak sıktığımda, "ilk yaran" dedi bana tecrübesizliğimi yüzüme vurarak.
"Senin de var mı?" Dedim, "yara izlerin?" Başını sallayarak "olmaz mı" dedi.

"Ben üniversitedeyken Caroline vardı hatırladın mı?"
"Ha, şu sarışın, sonra modellik yapmaya başladı değil mi?"
"Evet, baya başarılı hem de" dedi kıkırdayarak.

"Çok seviyordum onu, böyle görünce içim dışıma çıkacakmış gibi oluyordum" dediğinde sesini alçaltıp etrafa baktı, İdil duymasın diye.
"Hani nasıl anlatılır bilmiyorum, sabah gözümü açtığımda aklımda, yüzü gitmiyor gözümün önünden, konuşuyoruz, öpüşüyoruz, ama yetmiyor"
"İçinde kelebekler uçuşuyor gibi" diye ekledim.
"Aynen. Budur dedim, buldum, sevdiğim kadın bu, ölsem bırakmam, evleniriz falan. Sonra git gide aramız açıldı, ben kıskanıyorum o anlamıyor, evine gidiyorum, kapısında yatıyordum beni affetsin diye. Gurur murur kalmamış, köpek gibi aşığım senin anlayacağın" dedi heyecanla anlatırken.
"Sen?" Dedim gözlerimi kocaman açıp yüzüne bakarken.

"Sorma. Çok fenaydı, hala hatırladıkça içim bir tuhaf oluyor, hangi akılla yaptıysam"
"Utanıyor musun kendinden?"
"Asla. Hiç utanmadım, yine olsa yine yaparım, ama değecek birine"

"Ee peki sonra ne oldu?"
"Aldattı beni. Modellik ajansından lavuğun biriyle. Gözlerimle gördüm. O an öleceğim sandım, yok böyle bir çaresizlik. Nasıl acı çekiyorum, iyice dağıttım, her gece içip içip geliyordum eve hatırlıyor musun o zamanları?"
Güldüm.
"Evet, annem deliriyordu senin o hallerine"

Güneşi SöndürmekDove le storie prendono vita. Scoprilo ora