"Nereye Barkın? Beni bırakıp nereye?"

Gözleri birkaç saniye kızardığını bildiğim burnuma takıldığında sağ eli ile alnını ovaladı ve ardından parmaklarını saçlarından geçirdi. Gözleri yine gözlerimi buldu. O an kalbimde bir şeyler oldu. Anladım...

Kırılacaktım. Bunu gözlerinden anladım. Sevdiğim, taptığım adamın gözlerinden bunu okudum. Bu kapıdan çıktığımda eski ben olmayacaktım. Olamayacaktım.

"Belde..."

Kafamı iki yana salladım. Önce bir adım geriye, ardından iki adım öne gittim. Yüzümü buruşturarak olayın saçmalığını ona kanıtlamak istiyordum adeta. İki elimi de kaldırıp şuursuz bir şekilde salladım ve sonra saçlarımı arkaya doğru attım.

"Sen... Sen gidiyorsun. Sen, sen gidiyorsun, Barkın!"

Beynimin içindeki ağrılarla, kulaklarımdaki uğultularla tek başımaydım. Olay bundan ibaretti. Gidiyordu. Beni bırakıp gidiyordu.

"Böyle olması gerekiyor. Sana veda etmek istemedim ama anlaşılan yine aynı fikirde değiliz. Buraya kadar gelerek olayı daha da zorlaştırdın."

Onu dinlemedim. Kalbim dinlemedi. Kendi bildiğini okudu.

"Sorun kıskançlığım mı? Yoksa üzerine çok mu geldim? Kıyafetlerim mi? Seni çok mu bunalttım? Bak ben... Ben düzelirim. Ben senin istediğin gibi biri olurum. Sen gitme... Ben seni rahat bırakırım. İstediğin kadar hatta... Sadece gitme..."

"Se-"

"Gitme! Lanet olsun gitme işte! Niye gidiyorsun, nereye gidiyorsun? Barkın, beni sevmiyor musun? Ya, sen nasıl beni bırakıp gidiyorsun? Barkın, beni bırakıp nasıl gidebilirsin?"

Sesimi yükseltmemle birkaç yüz bize döndü. Önce kafasını eğdi, saniyeler sonra duygusuz bakışlarıyla kafasını kaldırarak bana baktı. Nefeslerim titrek ama hızlı bir şekilde ciğerlerime doluyor, ardından havaya karışıyordu.

"Burada kalmak istemiyorum. Üniversite için Amerika'ya gidiyorum. Her şey hazır. Uzun bir süre dönmeyeceğim."

Kalbimden yükselen bir sancıyla sağ elimin tersini dudaklarıma kapattım ama geç kaldım. İki dudağımın arasından havaya, aramıza karışan hıçkırık sesi kulağımda yankılandı. O hıçkırık bizi ayırdı. Ve küçük bir hıçkırık sesi diğerlerini de peşinde sürükledi. Gözlerim kısılırken, bedenimi bir titreme alırken sevdiğim adamın önünde tamamen gardımı indirdim. Ağladım... İçimi çeke çeke ağlamaya başladım.

Ona bakmadım. Sadece kendime acıdım. Artık sadece birkaç yüzün değil, birçok yüzün bize dönük olduğunu kavrayacak kadar zihnim açıktı. Sadece onun gitme isteğini anlayamayacak kadar kapalıydı. Veya kördü...

"Belde yapma."

Koluma dokunan eliyle beni yaktı. Bedenime yayılan sıcaklık kalbimin kapılarına dayandığında kapılar ardına kadar açıldı ve yumruğum büyüklüğündeki kalbim acıdı. Çok acıdı... Ama ben acımasına dayanacak kadar güçlüydüm. Sadece... Onun gitmesine dayanamazdım.

Bir adım gerilediğinde parmakları tenimi okşayarak uzaklaştılar ve ben üşüdüm. Onun sıcaklığı olmadan titriyordum.

Etrafta uçak saatini belirten ve yolcuların artık kapıya gitmeleri için uyaran ses yankılandı. Barkın'ın bedeninin kasılmasıyla o yolcuların arasında olma ihtimalinin yüksek olduğunu anladım. Durdurabilirdim. Yapabilirdim. Olmaz mıydı? Olurdu.

"Sevgilim... Beni bırakma. Beni sensiz bırakma. Seni seviyorum... Yalvarırım beni bırakma."

Yanağını okşamak için kaldırdığım elimi tutarak beni engelledi ve yavaşça düşmesine izin verdi. Yanağımdan süzülen birkaç damla ile titrek bir nefes aldım. Boğazımdaki yumru büyüyor, büyüyor ve yutkunmamı engelliyordu.

SEVDANIN TÜRLÜ YÜZÜ | ANKA KUŞU (KİTAP OLDU)Where stories live. Discover now