5. ''Umutsuzluk'' ☼

Start bij het begin
                                    

Bu yeni amacıyla birlikte içindeki sıkıntı hissi de yok olmuştu. Hevesle çevresine bakındı. Önceden bu şehirde kurallardan bıkmış, koyun sürüsünden ayrı hareket etmek isteyen kimsenin olmadığını düşünürdü. Ama Edward'ı ve Mark'ı gördükten, yukarıya çıkmak için gönüllü başka on bir kişinin olduğunu öğrendiğinden beri bu önyargısı sönüp gitmişti.

Seçilenlerde olması gereken özellikleri taşıyan bir kişi bulmak için gözleriyle etrafı taradı.

Üst sınıflardan Naomi?

Hayır tabii ki, asla özgür ruhlu biri gibi durmuyordu. Tamam, önyargılı davranmayacağına dair kendine söz vermişti ama o kız ve ailesi gerçekten çok tutucuydu ve tam bir vatanseverdiler.

Fen sınıfından Larry?

Bariz bir şekilde, okulun kötü çocuğuydu. İnsanları ezip onlarla arkadaş olmaktan utanıyordu. Hanna'nın erkek versiyonu gibiydi ama Hanna'nın aksine olmadığı biri gibi rol yapmıyordu. Kesinlikle kuralları çiğneyip inadına sorun çıkarmak isteyen biriydi ama aynı zamanda bir pislikti de. Melanie'nin amacını anlaması halinde onu herkese ispiyonlayabilirdi. Melanie ''bu da olmaz'' anlamında hafifçe dilini şaklattı.

Peki ya, Julie?

Sanırım olabilirdi. Julie sevimli ve güvenilir bir kız olmasıyla beraber aynı zamanda cesurdu da. Uzaktan ürkek bir kedi yavrusunu andırıyordu ama fedakardı. Melanie onun Matematik dersinde gıcık Bay Anderson'la tartıştıklarında çok kez çekinmeden hakkını aradığını görmüştü. Evet, kesinlikle Julie olabilirdi.

Kulübesine gitmek üzere okuldan ayrılmış, seri adımlarla yürüyordu. Melanie söyleyeceklerini kafasında son bir kez toparladıktan sonra kızın yanına gitti.

''Hey Julie!'' dedi.

Julie de ''Selam, Melanie.'' diye karşılık verdi ona. ''Nasılsın?''

''Biraz sıcaktan pişmiş, biraz sıkılmış, ve biraz yapacak bir şey bulamamış gibi.'' Kelimelerini özenle seçiyordu, bir başkaldırı izi olmamasına dikkat etmeliydi. ''Sen?''

Julie kıkırdadı. ''Şey, ben de öyle sayılabilirim. Groundiam'da yapacak fazla bir şey yok.''

İyi gidiyordu. Julie'nin dediğinden cesaret bularak bir adım daha atmaya karar verdi.

''Haklısın. Aramızda kalsın ama, bazen buralardan çekip gitmek istiyorum.'' deyince Julie'nin gözlerindeki korku hayaletini neredeyse görür gibi oldu. ''Demek istediğim, keşke bir bulucu olsaydım. Tüm ülkeyi gezebiliyorlar. Ben de Groundiam'ı keşfetmek isterdim, bu çok hoş olurdu. Bence çok gizemli ve güzel bir ülke.'' diye konuyu Oscarlık bir şekilde çevirdi. Julie'nin gözlerine bir rahatlama ifadesi yansıdığına yemin edebilirdi.

''Evet, okulun son senesinde Buluculuk eğitimi almayı düşünüyorum ben de. Ama sanırsam notlarının çok iyi olması lazımmış, bunun için çabalıyorum.''

Groundiam'da okullar on iki yaşından on yedi yaşına kadar sürüyordu ve beşinci senede herkes Groundiam mesleklerinden birini seçmek ve onun eğitimini almak zorundaydı.

Melanie Julie'den seçilen olmayacağını anlamıştı. Bir bahane uydurarak yanından ayrıldı. Şimdi kimi bulacaktı ki?

Bir daha bu riski göze alabileceğini sanmıyordu. Melanie kıvrak zekasını kullanmasa Julie neredeyse anlıyordu her şeyi. Umutsuz bir şekilde gizli yerine doğru yürümeye başladı. Buraya birkaç defa önce geldiğinde ''Bir sonraki gizli yerim belki de dünya olur'' diye düşünmüştü ama değişen hiçbir şey olmamıştı. Sadece birileri ona kazanması imkansız olan bir yarışmanın varlığını fısıldamıştı. Onun için artık hiçbir anlam ifade etmiyordu.

Melanie çok çabuk heveslenen, hiç düşünmeden mutlu olabilen biriydi. Bir saat öncesine kadar yukarı çıkma şansı olduğundan o kadar mutluydu ki kazanamayacak olma ihtimalini aklına bile getirmemişti. Ve şimdi gerçek yüzüne soğuk su misali çarpmıştı. Bir daha asla dereyi görmeden paçalarını sıvamayacaktı. 

Kayasına tırmandı. Yeniden umutsuzdu. Yeniden karamsardı ve çaresizdi. Kendini hiç olmadığı kadar yorgun hissediyordu. Pes ederek herkesi yüzüstü bırakmıştı. Ve evet, pes etmişti. Bir zavallıydı belki, ama zihninin biraz dinlemeye ihtiyacı vardı. Bir süre yarışları, Edward'ı, üst dünyayı düşünmek istemiyordu.

Hiç o kadar uzun süre uzanıp boş boş tavanı izlememişti. Birkaç saat geçtiğine emindi. O birkaç saat boyunca derslerini düşündü, belki de ilk defa, ilerde olmak istediği mesleği, geleceğini düşündü. Çıkış yolunu bulmak yerine daha küçük sorunlarını düşündü. Kendi kendine sorun yarattı bazen. Oyalanmak için mümkünse üst dünyayla alakası olmayan küçük sorunlara ihtiyacı vardı. Aklına yine yukarıya çıkmanın gelmemesi için saçma sapan, alakasız şeyleri düşündü. Hatta bir ara okuldaki ''tatlı'' diye nitelendirilebilecek oğlanları bile düşündü.

Kafasını dağıtmak için ilk şey olarak, gizli yerini değiştirmeyi aklına koydu. Daha yüksek, gözlerden daha uzak bir yer istiyordu. Ayağa kalktı ve daha da yukarıya tırmanmaya başladı. Bir kaç metre ötede bir başka çıkıntıyı gözüne kestirmişti. Amacı oraya ulaşmaktı. Melanie o yükseklikten düşerse bir yerini kırabileceğini biliyordu ama korktuğu  söylenemezdi. Adrenalin onun tutkusuydu zaten.

Kayanın sağlam olup olmadığını kontrol ettikten sonra ağırlığını vererek üstüne çıktı. Mükemmeldi. Groundiam her ne kadar manzara yönünden çok şanslı bir şehir olmasa da yine de yüksekten her yer güzel gözükürdü. Çektiği zorluklara değmişti. Oradan nasıl ineceği düşüncesini bir süreliğine kafasından atıp ayaklarını sarkıtarak orada oturdu. Bulunduğu pozisyondan sıkılınca bu sefer cenin pozisyonunda yattı. Yükseklik başını döndürüyor ve uykusunu getiriyordu. Acaba orada uyusa aşağı düşer miydi? İhtimalleri gözden geçirirken bulunduğu yerden iki metre yukarıdaki kağıda benzeyen şeylere gözü takıldı. Bir süre izledi ve ne olduğunu çıkarmaya çalıştı. Bir aptal gibi kağıtlara bakarken onları almak aklından bile geçmemişti.

''Neler oluyor bana?'' diye düşündü. Eski Melanie olsa hemen çıkıp onları alır, sabırsızlıkla ne olduğuna bakardı. Oysa şimdiki Melanie'nin tek yaptığı izlemekti. İçindeki eski Melanie'nin kalıntılarının verdiği sinyal nihayet beyninde zonkladığında ne yapması gerektiğini biliyordu.

Yerden ne kadar yüksekte olduğunu hiç düşünmeden tekrar tırmanmaya başladı. Bugün yaptığı aptallıkların haddi hesabı yoktu ama hiçbir şey umrunda değildi. ''Belki de gerçek özgürlük budur.'' diye düşündü Melanie, ''Belki de korkusuzca her şeyi yapabilmek ve bir amaç üzerinde bağlı kalmamaktır.''

Uyuşmuş ruhu başka hiçbir şeyi kafasına takmazken birden ayağının altından kayan taş parçasıyla kendine geldi. ''Ne yapıyorum ben?'' diyebildi sonunda. Eğer son anda ayağını başka yere koymayı akıl edemeseydi, oradan düşüp ölebilirdi.

Cesaretle aptallık arasında ince, ipince bir çizgi olduğu kafasına dank etti o anda. Hayatı boyunca yaramazlık peşindeydi ama bu yaramazlıkların bir gün canına okuyabileceğini hiç fark etmemişti. Ölüm korkusu olan biri değildi , ama az önce yaşadığı şok kalbinin defalarca atması için yeterli olmuştu.

Yeni gizli yerine geri döndü ve korkudan titreyen bacaklarıyla cesaret toplamaya çalıştı. Az önce o yükseklikten aşağıya bakınca gördüğü tek şey hoş bir manzara ve damarlarına pompalanmış adrenalin duygusuydu ama şimdiyse yüksekliğin yaptığı şey midesini bulandırmaktı. Nasıl ineceğini bile bilmiyordu. Keşke hiç çıkmasaydı.

Orada beklediği dakikalar boyunca hayatı boyunca yaptığı saçmalıkları düşündü. Ne sanıyordu ki kendini? Küçük bir kızdan ibaretti sadece. Bir maymun gibi sürekli ordan oraya zıplayıp korkusuzca her şeyi göze alamazdı. Belki de birazcık monotonluk iyi olabilirdi. Bir süre tırmanmayı, hayaller kurmayı, Edward'la konuşmayı yasakladı kendisine. O kadar hissizleşmişti ki, onlar için az kalsın canını veriyor olduğu kağıt parçaları umrunda olan son şeydi.

Hayallerini ve gizemli kağıt parçalarını ardında bırakarak nefesini tuttu ve bedenine aşağı inmesi için emir verdi.

Yeraltı GüneşiWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu