12. Bölüm "Açık Oynanan Kartlar."

Depuis le début
                                    

Ciddi anlamda.

Danışman tarafına ilerlediğimde, görevli Yekta'yla karşılaşmak her ne kadar sinirlerimi gerse de, bizimkileri görmüş olabileceği ihtimaline karşılık, sessiz kaldım. Yekta, beni fark edince, hızla elini sallamaya başladı. Yanına ilerlerken, elinde bir telefon salladığını gördüm. "Selam," dedim yanına ulaştığım sırada. Hâlâ elinde sallamaya devam ettiği telefona dikkatlice baktım, bu telefon kabı Doğu'nundu. "Doğu'nun telefonu bu," dedim sorguyla. "Sende ne işi var?"

Yekta sorumu es geçerek, "Gülleri beğendiniz mi?" diye sordu, sırıtırken.

"He," dedim, onu geçiştirmek için. "Beğendim."

Yekta yüzünü buruşturdu. "He mi?" diye sordu. "Barzo."

"Bak Yekta mısın nesin benim sinirlerimi bozma," dedim, zaten Dinçer'le yaşadığım - daha doğrusu yaşayamadığım şey dolayısıyla gergindim bir de bunu çekemeyecektim. Ayrıca suratımın hâlâ kızarık olduğuna da emindim çünkü bunu Yekta da fark etmiş gibiydi.

"Artık güllerimin üzerinde ne yaşandıysa..." dedi, yanağımdaki kızarıklığa bakarak. Şaşkınlıkla gözlerimi büyüttüm ve, "Saçma sapan konuşma!" diye cırladım. "Olmadı öyle bir şey!"

"Ha olmadığı için bu kadar gergin ve domates gibisin yani?"

Gerginlikle yanağımın içini dişledim. "Sana ne ya?" diye konuştum. "Ayrıca telefonu verir misin, arkadaşımın telefonu."

Yekta göz devirdi. "Biliyoruz herhalde, yoksa bu domatese dönmüş suratını görmek için neden seni yanıma çağırayım?"

"Susmazsan o elindeki telefonu kafanda parçalarım," diye tısladım dişlerimin arasından. Bakışlarındaki muziplik geriye saklandığında, gözlerini iyice büyüttü. "Aman tamam be!" dedi ve telefonu bana uzattı, bunu yaparken benden uzaklaşmıştı. Doğu'nun, arkasında Alkan ve ikisinin maçta çekildikleri fotoğrafı bastırdığı kılıflı telefonunu Yekta'dan çektim. "Bu arada," dedim, Doğu'nun telefonunu avucumda sıkarken. "Nereye gittiklerini gördün mü?"

Yekta ciddi tavrımdan ürkmüş olmalı ki sadece kafasını salladı ve gözlerini bile kırpmadan eliyle sağ tarafı işaret etti. "Sağ ol," deyip, adımlarımı sağ tarafa çevirdim. Bu sırada Doğu'nun telefonuna gelen bildirime gözlerim çarptığında, tanıdık bir ismi görmek, adımlarımı durdurmama neden oldu.

Dinçer: Yarın, Redfire'da. (23.45)

Mesaj bu kadardı. Şifresini bilmediğim için eski mesajlara da girememiştim, sadece bu kadarını okuyabilmiştim. Konuştuklarını bilmiyordum, ne döndüğünü bilmiyordum. Doğu'yu neden Redfire'a çağırdığını, Doğu'nun neden bunları anlatmadığıı bilmiyordum. Gözlerimi yumup, derin bir nefes aldım ve bunların hepsini hazmetmeye çalıştım.

Gösterişli masaların ve ışıkların olduğu bir yer gözüme çarpınca, burasının açık büfe değil de kafeterya olduğuna karar vererek adımlarımı ilerlettim. Bakışlarım masaların üzerine daldan dala atlayan bir kuş gibi konarken, sarı saçlı ve atom karıncaya benzer birini görüp, bu kişinin Bade olduğuna kanaat getirdim. Bade, elindeki iki tabağı da masaya bıraktı. Sanırım yanlarına yeni gelmişti. Onlar beni henüz fark etmemişti. Onlara doğru yürümeye başlayınca, beni ilk fark eden Alkan oldu ama herhangi bir şey söylemedi. Sonunda yanlarına ulaştığımda, oturdukları deri koltuklardan bir tanesini kendime doğru çektim ve, "Selam," diyerek koltuğa oturdum.

Doğu gelmeme aldırmadan, tabağındaki hamburgerini tek ısırıkta ağzına attı. Bade sitemle bana döndüğünde, "Sen uyumuyor muydun kızım?" diye sordu. "Sekiz kere aradım aşağı gelmen için ama açmayınca uyudun sandım."

GÜL AHKERİOù les histoires vivent. Découvrez maintenant