Bölüm 1

52 5 4
                                    

Ter içinde uyandı. Kabus. Oturuşunu dikleştirip nefesini düzenlemeye çalıştı. Baş ucunda duran su bardağına uzandı. Bardağı eline aldı, gözü duvarda bir noktaya daldı gitti. Kabus. Beş senedir aralıksız her gece gördüğü kabus. Gözünü duvardan ayırmadan sudan bir kaç yudum aldı. Keşke bilseydi. Keşke o gün gerçekte neler olduğunu bilseydi. Ayağa kalktı. Tişörtünü giyip mutfağa doğru yürüdü. Dalgın bir şekilde dünden kalan yemeği masaya koydu. Oturdu, başını bir eline dayayıp diğer eliyle yemeğini yemeye başladı. Çok dalgındı, bir robot gibi ne yaptığının farkında olmadan hareket ediyordu. Zihni çok meşguldü. Düşünmekle. O gün olanları düşünmekle. O kadar derin düşünürdü ki her gün uyandıktan sonraki yarım saat neler yaptığını bilmezdi. Zihni yavaş yavaş düşüncelerden sıyrılmaya başladı, nerede olduğunun farkına vardı. Hızlıca yemeğini bitirdi. Şaşırmıyordu artık. Kendine geldiğinde bazen banyoda suyun altında, bazen yatakta boş boş duvara bakarken, bazen ormanda dolaşırken, bazen de şimdiki gibi yemek yerken bulurdu kendini. İçgüdüsel hareket ettiğini fark etmişti. Aç hissediyorsa mutfağa gidiyordu, hava almaya ihtiyacı varsa dışarı çıkıyordu. Mantosunu ve şapkasını giyip dışarı çıktı. Biraz orman havası onu ferahlatır, kendine getirirdi. Yapması gereken çok şey vardı.

Giyim kuşam olarak buradaki insanlara ayak uydurmaya başlamıştı. Artık ona uzaydan gelmiş gibi bakmıyorlardı. Çok ironiktir ki belki de uzaydan gelmişti, kendisi de bilmiyordu. Adını duyduklarında ise ürperiyorlardı, kimse ona adıyla seslenmek istemiyordu. Khaos. Adı buydu. Nerede olduğunu anlayıp sindirmeye başladığı zamanlarda farklı bir isim kullanmayı düşünmüştü ama vazgeçmişti. Çünkü babasından geriye kalan tek şey ismiydi. Herkes bunun bir takma isim olduğunu sanıyordu ama değildi. Babası gibi kendisi de yunan mitolojisini çok severdi. Chaos; evrenin kendisinden bile önce var olan ilk tanrı, boşluğun ve kaosun tanrısıydı. Bir nevi boşluğun kendisiydi. Babası öyle anlatmıştı. Annesini ise hiç tanımamıştı. Kim olduğunu bilmiyordu ve babası da bu konunun açılmasını pek sevmezdi. Sorun değildi, babasıyla o kadar iyi anlaşıyordu ki bir anneye hiç bir zaman ihtiyaç duymamıştı. Babası da gidince, kimsesiz kalmıştı.

Düşünceleri dramatik bir hal almaya başlayınca silkelendi. Yürüyecek az bir yolu kalmıştı. Ayssar'ın yanına gidiyordu. Ayssar o bölgenin en bilge büyücüsüydü. En başından beri Khaos'a iyi davranmıştı. Zaten aklı karışıkken bir de insanların kendisinden korkması ve uzak durması, konuşmaktan kaçınması kendisini daha kötü hissetmesine neden olmuştu. İşte o zamanlarda Ayssar ona çok yardım etmişti. Tek arkadaşı ve hikayesini bilen tek kişiydi. Aynı zamanda bulundukları zamana ayak uydurmasına yardım ediyor ve büyü öğretiyordu. Kendini toparlamasında çok yardımı olmuştu. Yavaşça kapıyı tıklattı. Hiç ses yoktu. Biraz bekledikten sonra tekrar tıklattı. Biraz homurdanmadan sonra ayak sesleri kapıya yöneldi. Kapı açıldı. Ayssar gözlerini ovalayıp yorgun bir şekilde Khaos'a baktı.

"Hadi ama saat daha sabahın beşi!"

"Elimde değil, uyuyamıyorum. Yine aynı kabus."

"Beni de uyutmuyorsun. Kendinde misin?"

"Evet. Yine yemek yerken uyandım. Öncesini hatırlamıyorum."

"Peki, gel içeri."

İçeri girdiler. Ayssar derli toplu olmayı severdi. Khaos pek öyle değildi, ismi de bunu tasdikler gibiydi. İnce uzun bir koridorun sonunda sağda ve solda odalara açılan iki kapı, karşıda da üst kata çıkan merdivenler vardı. Çok ünlü ve becerikli bir büyücü olmasına rağmen Ayssar asla şatafattan hoşlanan biri olmamıştı. Sağdaki odaya girdiler. Khaos yine odanın düzeninden etkilendi.

"Gerçekten hiç üşenmeden şu heykelleri bile her seferinde boy sırasına dizmene hayranım."

"Khaos ben onları sadece bir kere, satın aldığım zaman dizdim. Dağıtmazsan toparlamak zorunda kalmazsın. Hem boşver şimdi heykelleri de rüyanı anlat hadi."

KaosWhere stories live. Discover now