"Niye evlenmek istemiyorsun?" diye sakin bir mırıltıyla sordu benim küçük annem.

"Delinin tekiyle evlendirmek istedikleri için olabilir mi?" diyerek doğruldum. Öfkem su yüzüne çıkınca tüm acılarımı, en derindeki sandıklara geri tıktım anında.

"Daha görmedin bile çocuğu. Belki iyi anlaşırsınız hem-"

Beni yatıştırıp sakinleştirmeye çalışan ablamın sözünü kestim. "Abla adı ne bu çocuğun?" Hırsla sormuştum çünkü bu evliliğin mümkün olamayacağını ispatlamaya uğraşıyordum.

"Emre."

"Eksik söyledin; Deli Emre! O çocuğa normal diyen tek bir kişi var mı şu Kilimli'de?"

Biz Zonguldak'ın merkeze yakın, deniz kenarına kurulu, küçük bir ilçesi olan Kilimli'de yaşıyorduk. Karadeniz, burada yaşayan insanlara kendi inatçılığını ve hırçınlığını meziyet olarak vermişti. Ben bu iki meziyeti de kendimde fazlasıyla görebiliyor ve aslını da hiçbir zaman iddia etmiyordum; inatçı cadının tekiyimdir, biliyorum. Şimdi de evlenmemeye inat etmiştim ama bu kez benim inadım bile işe yaramayacak gibi duruyordu.

O deliyi hiç görmesem de adını duymuştum; 'Deli Emre' derdi herkes ona. Aslında Emin Amca'yı severdim, liseye giderken her sabah onların dükkanının önünden geçerken Emin Amca'ya, günaydın ve kolay gelsin, derdim çünkü o saatte Emin Amca dükkanın camlarını köpüklü suyla siliyor olurdu. Mobilyacılar ve mutfak dolabı, masa, gardırop, koltuk vs. mobilya yapıyorlardı ama deli olduğu için sanırım, bazı imalatlarının sergilendiği dükkan kısmında oğlu hiç durmazdı. Onu görmüşlüğüm yoktu ama nâmını, yaptıklarını duymuştum pek tabii. O hep arkadaki marangozhane kısmında çalışırmış bunu da Miraç söylemişti önceden. Müşteri bir kadını boğmuş Deli, hem de henüz 16 yaşındayken. Kadıncağızı, babası dahil tüm çalışanlar zor almışlar elinden. Dün babamın anlattıklarından öğrendiğim üzere 26 yaşındaymış ve askerden üç ay önce gelmiş. Delilerin, imza yetkileri olmadığından evlenemezler diye içimde büyüttüğüm umut ışını da "Askerliğini de yapmış, işi gücü elinde, hali vakti yerinde..." diye başlayan uzun methiye ile babam üfleyip söndürmüştü. Askere alındıysa pekala evlene de bilirdi.

"Askerden yeni gelmiş akıllanmıştır belki." diyerek ablam düşüncelerimi duymuş gibi söyledi.

"Abla askeriye akıl mı dağıtıyor? G.A.T.A.'da tedavi olduysa o başka!" İç dünyama tezat şekilde güçlü çıkıyordu sesim.

"Askere alındığına göre deli değil demek ki? Milletin uydurması olsa gerek."

"Abla sen kimden yanasın?" Elinde olsa beni bu durumdan kurtarırdı, biliyorum ama yine de bu sözlerin ağzımdan kırgınlıkla dökülmesini engelleyememiştim.

O ise her zamanki sevecen tavrıyla ellerimi avuçlarına alıp sabırla anlatmaya başladı. "Elif, istesen de istemesen de babam verecek seni. Hem evlilik yaşın da geldi yani okumuyorsun etmiyorsun. Burada annemin, babamın kahrını çekeceğine evlen, evinin hanımı olursun. Bak ben evlendim, kurtuldum yemin ederim."

"Abla sen Murat eniştemle severek ve isteyerek evlendin." Yine o yuttuğum safra tadı boğazıma takılmıştı.

Ablam iç çekip bal rengi gözlerini, ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerime dikti. "Etrafına bak güzelim." dedi, bir eliyle odayı göstererek. O deyince rutubetten kararmış tavana, yıllardır boya badana görmemiş duvarlara baktım. Eşya nâmına zaten üstünde oturduğum eski somya, havı dökülmüş eski halı, eski bir ahşap dolap dışında bir şey yoktu. Huzurun bu eve uğradığı zaten yoktu.

Annem her türlü ev işini benim yapmamı bekliyordu acımasızca. Gün boyu ayakta -marketin sahibi kasanın arkasında sandalyede oturmamıza izin vermiyordu çünkü- market kasasında çalıştıktan sonra bir de eve gelip bulaşık ve yemekle uğraşıyordum. Boş gezenin boş kalfası olan Tufan itinin bana takılıp emirler yağdırması da cabası... Annem oturduğumuz kiralık evin karşındaki iki apartmana merdivenleri silmeye gider, arada da dairelerden gündeliğe çağıran olurdu. Annem, ben lisede okurken ona yardım edeyim diye, beni de zorla yanında götürmek isterdi. Nefret ederdim çünkü okul arkadaşlarımdan, o apartmanlarda oturanlar vardı ve karşılaşma ihtimali ödümü koparırdı. Okul bitince sekiz yüz liraya köpek gibi markette çalışmaya başladım da en azından o dertten kurtuldum. Tabii aldığım paradan bana sadece iki yüz lira kalıyor, gerisini babama veriyorum. Babam da dokuz yüz lira gibi komik bir maaşla özel bir maden ocağında çalışıyor; kaçak işçi olarak... Yani sigortası bile ödenmiyorken patronu için yerin metrelerce altına giriyor.

DELİ(RAFTA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin