Yanağına öpücük kondurup beş metre ilerideki arabama vardım. Binmek için kapıyı açtığımda sırada Tolga'nın sesini duydum. Olduğu yerde durmuş kollarını açmıştı. "Biz de böyle gülüm, işine gelirse."

Olabildiğince aksanlı söyleyişi ve çapkın olduğunu düşündüğü bakışları yüzümü buruşturmama yetmişti. "Yaa Tolgaaa!"

O verdiğim tepkiye kahkaha atarken ben arabaya binmiş motoru çalıştırmıştım. Kemerimi bağladıktan sonra dışarıda gitmemi bekleyen Tolga'ya el sallayıp yanından ayrıldım.

Minelle en son nişanda görüşmüştüm. Ondan önce ise birkaç kere telefonda konuşmuş veya Özdemir'in restoranına gitmiştik Tolga'yla.

Karnı burnundaydı. Doğuma birkaç ay kalmıştı. Hamilelik ona gerçekten çok yakışmıştı. Kızıl saçları, beyaz teni, mavi gözleri ve büyük karnıyla karşıdan çok tatlı duruyordu.

Minelle buluştuktan sonra akşam Gökdeniz'in evinde toplanacaktık. Bugün Ekin, Deniz amca ile tanışacaktı, akşam da kritiğini yapmak için Tolga ile birlikte Gökdeniz'e davetliydik.

Restorana geldiğimde arabayı park edip indim. Kapıdan girdiğimde içeriye kısaca göz attım. Minel, Ali'yle karşılıklı oturmuş sohbet ediyordu.

Hızlıca yanlarına vardığımda ikisinin de dikkati bana dönmüştü. "Merhaba!" gülümseyerek, Minel'in kalkmasına izin vermeden sarıldım. Sıra Ali'ye geldiğinde heyecanla kollarını bana doğru kaldırmıştı. Sıkıca ona da sarıldıktan sonra ikisinin ortası olacak şekilde oturdum.

Üstümü çıkarırken bakışlarım Minel'in şişkin karnına kaydı. "Nasılsın? Hamilelik nasıl gidiyor?" elleri karnını buldu.

"İyiyim, hamilelik mükemmel ilerliyor. Sen nasılsın Burçin? Uzun zamandır konuşamamıştık."

"Ben iyiyim, düğün işleri ile uğraşıyoruz işte," gülümseyen gözleriyle yan yan bakmaya başladı. "Belli oldu mu?" diye sorduğunda hızlıca kafamı salladım. "22 Nisan'da düğünümüz var."

Biz sohbete devam ederken garson gelmiş siparişlerimizi almıştı bile. Uzun bir süre düğünden, kınadan, evden konuşmuştuk. Naifliği, kibarlığı, konuşma stiliyle kendini insana dinletiyordu.

Ali'nin parmakları salınık saçlarımın arasında gezinirken hiçbir şekilde rahatsız olmuyordum. Bu küçük adam, annesinin ve benim saçlarıma hayrandı. Saç tutamlarımı iyice irdeliyor, parmaklarıyla tarıyordu.

Minel elindeki çatalı kenara koyarken Ali'ye, "Halan geldi," dedi. "Gitme vakti Alim."

Ali, üzgün üzgün montunu giyerken onu izliyordum. Giyindikten sonra minik elleri tekrar beni bulduğunda gülümseyerek sarıldım. Kısa süre sonra ondan ayrılıp yanağını öptüm. "Kendine iyi bak, tekrar görüşürüz Alicim."

"Verdiğim yüzüğü kaybetme tamam mı?" dedi tembihler gibi. Gülümseyerek kafamı salladım.

Benden sonra Minel'e de sarıldı. Restorandan çıkarken arkasına bakarak el sallamıştı. Bir süre arkasından baktım. Çok tatlı bir çocuktu Ali. Özdemir ile birbirlerine çok az andırsalar da Minelle uzaktan yakından hiçbir alakası yoktu.

"Ali," dedim bakışlarımı Minel'e çevirirken. "Senden çok Özdemir'e benziyor sanki. Seninle hiçbir alakası yok."

Dediğime güldü. Bu değişik bir gülüştü. İçten bir gülüş değildi bu. Buruk bir tebessümdü yalnızca. Buruk ve kırık bir tebessüm.

"Ali, benim öz oğlum değil de ondan," dediğinde duyduklarım karşısında sadece kaşlarım çatılmıştı. "Ama benim için öz evladımdan hiçbir farkı yok."

KAMELYA ÇİÇEĞİM - TamamlandıWhere stories live. Discover now