Optikleri odamdaki güvenli olduğunu düşündüğüm çekmeceye koyduktan sonra önlüğümü çıkarıp montumu giydim. Çantamı alarak odadan ayrıldıktan sonra vakit kaybetmeden bahçeye çıktım. İleride beni bekleyen arabamı gördüğümde hız kesmeyerek arabaya vardım.

Bugün de dahil olmak üzere, üç gün boyunca bilmem kaçıncı kez gittiğim evimize sürmeye başladım.

Aşırı heyecanlıydım. Evin bittiğindeki halini görmek için sabırsızlanıyordum. Uzun bir değişim süreci sürmeyecekti. İçi bittikten sonra mobilyalar vardı daha. Onların bir kısmını bugün belirlemeye gidecektik. Bu yüzden de akşamüstüne doğru annemlerle buluşacaktık.

Evin önüne geldiğimde biraz aralık olan bahçe kapısından içeri girdim. Evden gelen sesleri takip ederek içeri girdiğimde Şeyma, çalışanlara neler yapması gerektiğini söylüyordu. "Kolay gelsin," tüm kafalar bana döndüğünde gülümsedim.

"Sağ olun," dedi çalışanlardan biri.

"Burçin, hoş geldin," kollarını açarak bana gelen Şeyma'ya sarıldım. "Hoş buldum," dedim. "Tolga gelmedi mi?"

"Geldim bile!" bülbül misali şakıyan sesi duyduğumda arkamı dönüp gülümsedim istemsizce. Onu on metre yakınımda görmek bile gülümsememe yetiyordu.

Uzun süren sarılma faslının ardından birbirimizden ayrılmayarak kollarımız birbirimize sarılı halde kaldık. Salona yapılan dekor dikkatimi sonunda çekmişti. Boydan boya camın hemen yanına şömine yapılıyordu. Boyalı olan duvarlardan biri koyu gri renge boyanıyordu. Bu duvar, televizyona aitti. Yani Tolga hazretlerinin çok fazla vakit geçirdiği yerlerden biri.

Omuzumdaki eli elime değdiğinde kafamı çevirdim ona doğru. Beni dışarıya doğru çekiştirirken "Gel benimle," dedi. Meraktan dolayı kaşlarım çatılsa da takip ettim. Adımları çimlerle kaplı bahçeye gidiyordu.

Şubat ayının soğuğunda montlarımızın önü açık bir şekilde, hafiften esen rüzgarı umursamadan bahçede dikiliyorduk. "Eee niye geldik şimdi biz buraya? Sürpriz deyip durdun, sürpriz ne?" art arda kurduğum cümleler ve nefes almadan konuşmam kıkırdamasına sebep oldu.

Montunun iç cebinden şeffaf poşet dosyanın içinde evrak çıkardı. Ne olduğunu merak ederek elinden hızlıca kaptım. Kocaman kırmızı harflerle yazılı kelimelerin hemen yanında vesikalık fotoğrafım duruyordu. "Tolga?" bakışlarımı kağıttan almayarak devam ettim. "Tapu senedi ve benim fotoğrafım?"

"Evet yavrum, tapu senedi ve senin fotoğrafın."

Kahvelerine dikkatle bakarken, "Bu evin tapusu değil mi?" diye sordum. Kafasını salladı. "Ayrıca senin üstüne olan evin tapusu bu."

Gözlerim anında büyürken dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme oluştu. "Neden benim üzerime yaptın evi? Hem tapuya birlikte gitmeyecek miydik?"

Gülümsedi. Gözlerim o mükemmel gülümsemesine takıldı bir anlığına. "Belki birlikte gidecek olmamız kısmında minicik bir yalan söylemiş olabilirim," dedi. "Neden senin üstüne yaptığıma gelecek olursak, daha evlenmedik evet ama evlendikten sonra bir sorun çıkıp boşanırsak maddi açıdan sıkıntı çekmemeni istedim. Çekeceğinden değil tabii ki ama benimki bir önlem. Öyle bir şey olduğunda bana muhtaç olmayacağını biliyorum. Bu yüzden de, en azından istediğin şekilde kullanabileceğin bir evin olsun istedim."

Gözlerimden hayranlık fışkırırcasına ona baktım. Sert mizacının altında düşünceli, ince ruhlu, zeki oluşu beni ona hayran bıraktırıyordu.

Elimin tersiyle yanağını okşadım. "İyi ki seni sevmişim, iyi ki senin gibi bir adama aşığım."

Yanağındaki elimi gözlerimin içine bakarak öptü. "Seni nasıl sevdiğimi bilsen, sevişime bile aşık olursun."

•••

Bilmem kaçıncı kere baygın bakışlarımı Tolga'ya yolladım. Her girdiğimiz mağazada eli ya çocuk eşyalarına ya da tuttuğu takımla ilgili eşyalara gidiyordu. Şimdiyse elinde tuttuğu, Fenerbahçeli masa lambasıyla tabiri caizse aşk yaşıyordu.

"E yeter ama Tolga!" dikkatli olmaya çalışarak lambayı elinden almaya yeltendim. "Bir sal artık şu eşyaları ya! Vallahi bana gelmeye başladılar."

"Ama çok güzel bu," dedi. "Bak bu da var," gözümün içine içine sokarak çocuk patiklerini gösterdi.

Patiği elinden alıp yerine koydum. "Hayatım evet patik çok güzel ama sence de şu anki önceliğimiz evin mobilyaları olması gerekmiyor mu?"

Bir bana bir elindeki eşyalara baktı, ardından ikisini de rastgele raflara koydu. Annelerimizle birlikte mağazanın içinde dolanmaya başladık.

Önümüze her çıkan yemek masasını takımını, yatakları, koltukları denedik. Neredeyse üç saat böyle geçmişti. Çoğu eşyayı ilk görüşte beğenmiş ve evin bir kısmının eşyası tamamlanmıştı. Sadece içi döşenmeyen üç oda kalmıştı; çocuk odası, Tolga'nın çalışma odası diye belirlediğimiz yer ve kütüphane olarak kullanmak istediğim oda.

Her şey oldukça sorunsuz giderken sorun çıkmasından korkuyordum. Küçücük bir şey olsa dahi git gide büyük bir sorun oluşturabilirdi ve bu en son isteyeceğim şeydi.

Arkamızdan annesiyle bizi takip eden Tolga'ya dikiz aynasından baktım. Belli belirsiz, kemikli yüzünü gördüm. Kaşlarını çatmış yan aynadan yolu izliyordu. Arkasında onu sinirlendirecek olan bir sürücü vardı kesinlikle.

Akşam yemeğini birlikte yiyeceğimiz bize gidiyorduk. Ailelerle birlikte düğün tarihi konuşulacaktı. Kafamızda belli bir tarih olmasa da belli bir zaman vardı tabii ki ama yine de ailelere danışacaktık.

Eve geldiğimizde masa hazırdı. Ali amca da gelince masaya oturmuştuk. Sohbetli geçen yemeğin ardından herkes içerideyken kahve yapmak için mutfağa geçtim. Tolga her zamanki gibi peşimden gelmişti.

Kapıyı hafif aralık bıraktıktan sonra kollarını bana sardı. Burnunu boynuma koyup kokumu içine çekmeye başladı. Her nefes alışında huylandığım için kafamı ufak ufak hareket ettiriyordum. "Yakalanacağız yine," dedim.

Boynuma minik bir öpücük kondurup, "Sohbete dalmıştır onlar, merak etme," dedi. Kahvenin yapılmasını beklerken yönümü ona dönüp ellerimi omuzlarına koydum. "Hep böyle diyorsun ama bir gün yakalanacağız gerçekten."

"Nişanlayız artık, bir şey olmaz."

Kahveleri tüm şehvetiyle yüzümü talan ediyordu. İstemsizce gülümsedim. Onunla olmak çok güzeldi. Kırmamak, üzmemek için elinden geleni yapıyordu. Onun bu halini seviyordum. Her an kırılacakmışım gibi hareket ediyordu.

Kahvenin olduğuna dair ses çıktığında aramız biraz mesafe koyarak fincanları hazırladım. Bana bu kadar yakın olması bazen beni kötü etkileyebiliyordu. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi sapıtıyordum çünkü.

Onu önden gönderip kahvelerle birlikte ben de gittim. Herkese kahvesini verdikten sonra ikili koltukta oturan Tolga'nın yanına iliştim.

"Düğünü haziran diye düşündük biz," diye konuya girdi Ali amca. "O zamana kadar her şey hallolur. Aceleye gelmez hiçbir şey."

"Nisan sonu daha iyi değil mi?" Tolga'nın sorusuna devam ettim. "Hem çok sıcak olmayacak hem de bahar düğünü güzel olur."

Bakışlarım annem ve Selma teyze arasında gidip geliyordu. Biz ne dersek diyelim ikisinde bitecekti olay. Selma teyze bana katıldığını belli ederek, "Burçin haklı aslında," dedi. "Nişandan sonra o kadar uzatmaya gerek yok."

Aldığım geri dönüşle tebessüm ettim. Hayranıydım bu kadının. Annem de Selma teyzenin dediklerine katıldığını belli ettiğinde Ali amca kafasını salladı. "Peki öyle olsun."

Gece yarısına bir saat kala Tolgalar gittiğinde hemen odama çıktım. Yatağımda beni bekleyen Artemis'in yanına üstümü değiştirdikten sonra kıvrıldım. Diğer günlere nazaran çok fazla yorulmuştum ve hemen uyumak istiyordum.

🌸 

birazcık az yazmış olabilirim ehe ;) 

Tolgacım, ne kadar da nahif bir adamsın beee 

kişisel: merve.ekiinci 

KAMELYA ÇİÇEĞİM - TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin