Paralel bir evren gibiydi kale. Gerçek hayatın kuralları da zaman da işlemiyordu sanki burada. Haklar eşit ama kısıtlıydı. Ark'tan özgür ama kendi içinde kurallarla dolu bir hapishaneydi. Büyük yatakhanelerde birlikte uyuyordu insanlar. Günde üç defa aynı yemeği yemek için buluşuyor, onlara verilen kıyafetleri giyiyor, ortak banyolarda izin verilen zamanlarda yıkanıyorlardı. Dış dünyayla tek bir bağlantıları vardı, o da yalnızca akşam yemeği sonrası meydandaki ekranlarda gösterilen haberlerdi. Tepemizde devam eden savaşı, annemin müthiş eserini, Noah'nın tepkisini ve onun ölmediğini bu sayede öğrenmiştim ben de.

Oğlum yaşıyor, demişti Dr. Noah ışıl ışıl parlayan gözleriyle doğrudan kameralara bakarak. Dünyamızı yıkmak isteyen kötü niyetli teröristlerin onu yaraladığı doğru. Ama biz o sefillere yenilmeyecek kadar güçlüyüz. Oğlum o sefillere yenilmeyecek kadar güçlü. O bir savaşçı ve onun duruşu hepimize örnek olmalı. Pes etmeyeceğiz. Dünyayı karanlığa bırakmayacağız. Birlikte bu savaşı kazanabiliriz!

Sanki halka değil doğrudan bana konuşuyordu. Oğlunu yaralayan teröristlerden biri, dünyaya karanlığı getirenlerin başıydım ne de olsa. En azından bana sırtını döndüğü gün buna inanmayı seçmişti Tyron. Ne sefildim ki buna rağmen, yaşanan onca şeyin üstüne onu kurtarmaya yeltenmiştim o hangarda. Ve ne sefildim ki hayatta olduğunu öğrendiğim an kalbimdeki baskı yerini kontrolsüz bir neşeye bırakmış, elim ayağıma dolanmıştı. Neyse ki hastalıklı bedenimde iyi bir duygu tutunamıyordu uzun süre. Aldığım ikinci nefesle korkunç bir boşluk ve karanlığa dönmüştü o cılız coşku. Üçüncü nefesimde yeniden bitkisel hayattaydım. Yaşıyordum, ama sadece günü devirecek kadar. Dahası yoktu.

"Yemeyeceksen tepsini buraya ittirsene kedicik."

Fitz'in sesiyle bakışlarım salonun uzak köşesinden kendi masamıza döndü. Flame'in dirseğini Fitz'in midesine geçirdiğini son anda yakalamıştım.

"Ne var ya," diye kendini savundu Fitz. "Dün de bıraktı tüm yemeği. Bari biz yiyelim de ziyan olmasın. Yiyecek tek zıkkım bu lanet otlarlar zaten."

Haklıydı. Ne kadar denediysem de çimen rengi bulamacı almıyordu midem. Aynı otlarla yaptıkları köfteleri çiğneyip tükürmüş, ekmeği zorla yutmuş, çorbadan iki kaşık alabilmiştim. Sindiremediğim bu yemekler değil, yaşadıklarım, gördüklerim, öğrendiklerimdi ya... arkadaşlarıma bunu anlatmaya çalışacak değildim. Sessizce tepsiyi Fitz'in önüne doğru itip arkama yaslandım.

"Kat," dedi Ace hemen tepsiyi geri önüme çekip. "Bedeninin toparlanması için bir şeyler yemen lazım. Hala iyileşmeye çalışıyor."

"Aynen öyle!" dedi Flame bana doğru uzanıp. "Lütfen, zorla azıcık kendini. Hasta olacaksın bu gidişle."

Onlara toparlamaya çalıştığımın bedenim değil ruhumun kayıp parçaları olduğunu söylemeyi düşündüm bir an. Vazgeçtim. Her ağzımı açışımda konuşmaktan bir daha vazgeçiyordum zaten. Anlatmak imkansızdı, paylaşmak can yakıyordu ve susmak açık yaraları dondurmanın tek yoluydu. Flame odama geldiği geceden beri çırpınıyordu söz verdiği gibi yanımda olmak için. Ertesi sabah kapımın önünde beklerken bulduğum Ace de Fitz de gözümün içine bakıyordu anılarındaki kedi kızı hayata döndürmek için. Annemin onları yerleştirdiği görevlerden arta kalan tüm boşluklarda bir gölge gibi etrafımdaydılar.

Ne oldu Kat? Ne yaşadın Kat? Anlat bize Kat. İzin ver, yardım edelim Kat. Ağızlarından çıkan ve çıkmayan tüm sorularla elimi tutmaya çalışıyordu her biri. Maalesef onlara uzatacak bir el, sözlerine inanacak bir yürek kalmamıştı ben de. Son bir haftadır olduğu gibi yine bakışlarımı önüme diktim ve sustum ben de. Kahvaltının sona erip görev yerlerine gitme zamanı geldiğini bildiren alarm imdadıma yetişmişti neyse ki. Bir anda ayaklanan diğer herkes gibi ben de sandalyemi geri itip kalktım. Zaten vermeyeceğim cevabı dişlerimin arasında ezip tepsimle mutfağa yönelmiştim hemen.

N.O.A.H. - IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin