Tarih Mayısın 18'iydi, İstanbul rüzgarlıydı, hatta kilometrelerce ötedeki denizin kokusunu bana getirecek kadar rüzgarlıydı. Kahverengi kaşe bir mont giymiştim, bedenim, uzun zamandır ırak kaldığı iklime tekrar kavuşmuştu.

Evime dönmüştüm, ama beni bekleyen bir ailemin olmadığı aklıma sonradan gelmişti. Tek ailemden kaçıp kimsesizliğe kucak açmıştım. 'Bunca zamandır kimsesiz değil miydim zaten, çok bir değişiklik olmaz' diye düşünmüştüm. Yanılmıştım. Çok fazla şey değişmişti. Ben değişmiştim, babam değişmişti, Yenilmezler değişmişti, hatta dünya bile değişmişti. Haritalardan bir ülke silinmişti, ve ben buna şahit olmuş, hayatımı bir daha kimsenin ayak basamayacağı topraklarda feda etmiştim.

İlk önce damarlarıma bir güç kabul etmiştim ve onun beni tüketeceğine inanmıştım. Ama o güç beni hayatta tutmuştu.

Bu sefer kendimden kaçmayacaktım, tam tersi kaçtığım evime geri dönecektim. Tepemde uçan martılara baktım, kulağıma dolan sese odaklandım. İstanbul'u özlemiştim, ama İzmir'e dönmem gerekiyordu, pek gezecek vaktim olmadığından bilet işini halletmeliydim.

İstanbul'la hasret gidermeden dönmeyeceğimi aklımın bir köşesine yazdım.

Döneceğinden bu kadar emin olmanı sağlayan şey ne, Carissa?

Hiçbir şey.

Kafede beni bekleyen Cora ve Cedric'in yanına döndüm. "Hadi, biletleri alalım."

"Tamam," diyerek ayağa kalktı Cedric. "Sana da kahve almıştık." Diyerek masadaki kahvelerde birini bana uzattı.

"Teşekkürler." Kahveyi alıp valizimi sol elimle çekmeye başladım.

Cora, dört valizini de taşıyabilmek için kahvesini fondip yapmıştı. Buna rağmen hepsini taşıyamamış ve iki tanesini Cedric'e vermişti.

Yaklaşık 4 senedir beraberlerdi, en başta Cedric'e asla güvenmeyip açığını arasam da, Cora'yı sevdiğine bir süre sonra gerçekten ikna olmuştum. Eğer bir aksilik çıkmazsa ilişkilerinin evliliğe gideceğine de adım gibi emindim. Benim ruh hastası arkadaşlarım en az 3 çocuk yapardı, isimlerini de ben koyardım. İki kızları bir oğulları olurdu umarım, Carissa, Elizabeth ve Robert olurdu adları. Aralarını yapan bendim, elbette benim adımı koyacaklardı.

"Carissaa! Nereye daldın gene?" Diyerek önümde durdu Cora.

"Hiiç," diyerek geçiştirdim. "Çocuklarınızın adı ne olacak?" Diye sordum pat diye.

"Ne?" Cedric bir anda elindeki bavulu düşürdü. Su içmekte olan Cora'nın ise su boğazında kaldı.

Bavulu ve kahveyi yere bırakıp onun yanına koştum ve sırtına vurmaya başladım. Yarım dakika kadar geçse de öksürmeye devam ediyordu, yüzü morarmıştı. Son çare olarak elimi şakağına dayadım ve mor bir ışını boğazına yönlendirip suyu oradan aldım.

Nihayet rahat bir nefes alan Cora yavaşça yere kaydı. "Ölüyorum sandım."

"Ölüyordun zaten." Dedi Cedric panikle. "Seni Carissa kurtardı."

"Ölüm sebebim de o olacak." Dedi alttan bir imayla doğrulurken. "Öyle pat diye sorulur mu?"

"Boş bulundum bir an, hem ben bir sürü isim buldum."

"Dur tahmin edeyim," dedi Cedric kolunu omzuma atarak. "Carissa, Elizabeth ve... bulamadım sonuncuyu." Kaşlarını kaldırdı.

"Robert..." Diyerek tamamladım.

"Ne alaka?"

"Bilmem, sadece... hissettim?"

"Yakın bir zamanda doğurmayı planlamıyorum." Diyerek bizi böldü Cora. "Ve Üzgünüm hayatım ama, üç tane çocuk doğurabileceğimden hiç ama hiç emin değilim."

Nyx • Pietro MaximoffHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin