Kaşlarını çattı. Elimi okşayan eli ani bir hareketle gözünü ovaladığında sigarasının külü göğsüne düştü.

"Dedemin vicdanını sikeyim. O kadar bineyim diye tutturdum, yok çekti. Amına koyduğumun deli inatlısı. Tüm gün götümü yırtsam da izin vermedi. Ben yine de durur muyum?"

Gözlerimi devirerek kafamı iki yana salladığımda, "Akıllı fıstığım benim," diyerek göz kırptı.

Küçülmüş sigarasını şöminenin içine doğru fırlatıp devam etti. "Gece herkesten gizli ahıra girdim. Boyum da kısa hoplaya zıplaya tavlalar arasında benimkini arıyorum."

"Seninki?"

"He," dedi gözlerimin içine bakarak. "Benimki."

"Sen her şeyi çabucak benimser misin öyle?"

"Bilmem," dedi dudak bükerek. "O birdi, sen iki. Allah üçe zeval vermesin."

Kaşlarım havalanırken saçlarında olan elimi birden çekip omzuma vurdum. "Adi. O nasıl bir söz ya?"

Çakır, ona vurduğum elimi tutup dudaklarına götürdü. Bileğimi ve avuç içimi öptükten sonra, "Güzelim asıl o nasıl soru?" diyerek kaşlarını çattı. "Hemen hırçınlaş amına koyayım. Hemen bir tahrik, bir kışkırtma politikası."

"Ne? Ne kışkırtma politikası? Ben sen miyim?" Öfkeyle bacağımı kafasının altından çekip yastığın üzerinden kalkacakken sızlayan kasıklarıma saplanan ağrıyla yüzümü buruşturdum. İnleyerek duraksadığımda Çakır oturur pozisyonda beni kollarıyla yakalayıp kendine doğru çekti. "Bırak ya beni," diye çırpınsam da bırakmadı.

Sırtımı göğsüne yaslayıp çıplak tenlerimizin sıcaklığını birbirine bulaştırdığında, "Şşh," diye fısıldadı. "Tamam... Tamam, hırçın gelinciğim." Dudaklarını boynuma bastırdıktan sonra, "Seni yeterince incittim," dedi, neyi kastettiğini anladım. "Bak, ağrın var. Kendini zorlama."

Sıklıkla inip kalkan göğsümü dinginleştirmeye çalışırken kafamı olumlu anlamda sallayarak sırtımı daha çok yasladım göğsüne. Çakır da ellerini belimden kaydırıp kasıklarıma doğru götürdü ve parmaklarıyla oraya yavaş hareketlerle masaj yapmaya başladı.

"Birazdan duş aldıralım sana," diye konuştu yavaşça. "Seni kendi ellerimle yıkayacağım."

"Kendim halledebilirim," diye mırıldandım. "Gerek yok."

"Gereği olduğundan değil, bunu yapmak istediğimden."

Duraksadım. Kasıklarımda gezinen parmaklarının verdiği rahatlatıcı hisse kapılırken gözlerim yanan ateşe kaydı.

"Ee," diye mırıldandım. "Buldun mu seninkini?"

Burnundan sert bir nefes vererek güldü. Çenesini omzuma yaslarken, "Bulmaz mıyım?" dedi. "Elimle koymuşum gibi. En sondaki tavlada adeta parlıyordu."

Burnunu çekti. Kirli sakallarının çıktığı çenesini omzuma sürtüp beni huylandırırken, "O tavlanın kenarına tırmanıp kapıyı nasıl açtım, üzerine nasıl çıktım hatırlamıyorum bile," dedi, sesi geçmişe özlem doluydu. Kafamı biraz yan çevirip yanağımı göğsüne doğru yaslarken ellerimi, karnımın üzerinde duran ellerinin üzerine yerleştirdim. "Huysuz da bir attı biliyor musun? Kolay kolay kimseyi üzerine bindirmezmiş ama daha benim gibi bir pezevenge denk gelmemişti." Güler gibiydi. "Ahırdan çıktığımız andan itibaren durmaksızın koşmaya başladı. Ormanın içine doğru yol aldığında artık önümü göremeyeceğim kadar hızlıydı."

DEHARİRWhere stories live. Discover now