Gözleri hepten kızarmış olan babam beni aceleyle süzdü, ifadesiz yüzümde herhangi bir 'kendine zarar verme' emaresi görememiş olacak ki konuşmak için ağzını açtı ama sonra hemen geri kapadı. Birkaç saniye yüzüne baktıktan sonra merdivenlerden indim ve asansörün önünde durdum.

Hiçkimse beni durdurmaya çalışmadı, yapamayacaklarını biliyorlardı. Ama bir anlık olsun 'gitme' demesini bekledim. Kim olduğu fark etmezdi, herhangi biri olabilirdi. Şu son bir haftadır ilk defa gerçekten bir şeye ait gibi hissetmiştim, ama yanılmıştım, hiçbir zaman hiçbir şeye ait olmamıştım ben. Bir evim bile yoktu, yuvam diyebileceğim hiçbir yer yoktu.

Sahi, ben nereye gidecektim?

Cevabı biliyorsun, Carissa.

Evet, biliyordum.

Asansör katta durduğunda son bir kez omzumun üzerinden salondaki yenilmezlere baktım, asla varlığım istenmeyecekti.

Asansöre bindim, beynim o kadar doluydu ki klostrofobimi geri plana atmıştı. Herzamankinin aksine kenardaki demirlere sıkı sıkı tutunmamıştım. Tam tersi, asansörün ortasında duruyordum, gözlerim yalnızca çift kanatlı kapıya kenetlenmişti.

Açılan kapılar ardından seri adımlarla indim, siyah topuklu ayakkabılarımın yaptığı yankı koridordakilerin bana dönmesini sağlıyordu. Bana bakanların ağzından dökülen tuhaf şaşkınlık ifadelerini yok saydım.

Binadan tamamen çıktıktan sonra biraz geri çekilip başımı yukarı kaldırdım.
S, T, R ve K harfleri düşmüş olan ve artık sadece Avengers'ı temsil eden eski Stark kulesine baktım.

Boğazıma dizilen yumruyu göndermek için fazlaca çaba harcasam da başardım ve bir taksi çevirmek için caddeye çıktım. Elimi uzatıp yoldan geçenlerden birini durdurduktan sonra çantamdan gözlüklerimi çıkardım ve binmeden hemen önce taktım.

Arka koltuğa geçip kapıyı kapattım ve dirseğimi cama yasladım. Uzaklaşmak istiyordum buradan ama gidemiyordum.

Sahi ya, neden gidemiyordum?

Şoförün sesiyle daldığım transtan çıktım. "Hanımefendi, nereye gideceğiz?" Diye sordu bıkmış bir ses tonuyla. Sanırım bu soruyu fazlaca sormuştu, ama benim suçum değildi, daha dirileli birkaç saat olmuştu, kafam karışıktı.

Biraz daha bekledim, nereye gidecektim?

Aklıma gelen şey yüzümde buruk bir gülümseme oluşturduğunda taksiciye döndüm. "Manhattan köprüsü." Adam bir an duraksadıktan sonra kontağı kapatıp geriye döndü. "Ne olursa olsun, terminalden kalkıp, Manhattan köprüsüne gitmem."

Ben de, asla yapmak istemediğim o hamleyi yapmak zorunda kaldım, gözlüklerimi çıkardım.

"Mss. Stark?" Dedi adam hayretle.

"Manhattan köprüsü, Rutgers sokağı."

"Hemen efendim." Dedi önüne dönerek.

Stark olmanın büyük avantajları vardı.

Yoğun trafik yüzünden 20 dakikada anca gelebilmiştik. Karanlık, ışıkları yanmayan sokağın başında taksiciyi durdurdum, 3 metre sonrası bile görünmeyecek kadar karanlık ve ıssızdı. "Geri dönebilirsiniz." Dedikten sonra çantamın içinden 5000 dolar gibi bir miktar çıkartıp ön koltuğa bıraktım. "Sanırım kimseye bu yolculuktan bahsetmemenizi söylememe gerek yok."

"Elbette, efendim." Arabanın farları gözden kaybolan kadar bekledim. İnmeden önce saate bakmıştım, gece yarısını geçeli biraz oluyordu.

Nyx • Pietro MaximoffWhere stories live. Discover now