•3•

9 4 0
                                    

Bölüm Şarkısı: Dancing With The Devil-Demi Lovato

~

Hayaller, planlar, ulaşılması gereken amaçlar...

Avuç içlerinde sandığın her şeyin bir anda yok olup seni uçsuz bucaksız uzayın bilinmez evrenin ortasında bırakabileceğini zalimce gösteriyordu son yaşadıklarım.

Hayatıma, kalbime, aklıma, belki de sadece o küçük sahaya olabilecek en mükemmel şekilde giren senden gözlerimi kaçırdığım an içime dolan özlem, korkumu yenecek güçteydi. Ancak donan dünya eskiye döndü usulca... Hızlanan kalp atışlarım yavaşladı sonra... Yoksa bir bağımlılık mıydın, yalnızca ilk yüz seferde anlam ifade edecek? Yoksa geçip gidecek miydin? Unutup gidecek miydim evimde rahat bir uykudan sonra?

Peki ya sen?

Neler hissettin beni orada gördüğün anda? Tanıdık geldi mi şu anlattıklarım? Umut ettiğim kadar masalsı mıydı ilk tanışmamız? Yoksa, kolayca etkilemeye alışmış tavırlarım mıydı seni kendine çeken? Bilseydim... Bilseydim, en eskilerden kalan giysilerimi seçerdim o güne. Ne yalancı boyalar ardına saklanır ne de maskelerimi takardım... En doğal, en saf halimle karşına çıkar, öyle sev beni isterdim.

Her şey eski monotonluğunda devam ederken yeniden bozulurdu kalbimin düzeni, sana yakın olduğumu hatırladığım her saniye. Boğuluyormuşum gibi yanımdaki adama sarhoşça tutunurdum, bir kalkanmışçasına kendimi onunla savunurdum. Sense kalkanı delip geçmeye ant içmiş, cesur bir savaşçı... Yüzüğümde dolaşan arsız gözlerinle, yanımızda bitiverdin. Her bir adımınla kalkanım boşluğa dönüştü, yerçekimine yenildim.

Sanki saatler süren, sana daha da endam katan yürüyüşün... Siyahların benimkilerde kaybolurdu. Nereden bilebilirdim?

"Yabancı insanlara bu kadar uzun süre bakmaman gerek."

Tekrar tekrar kendime fısıldadığım cümle anlamsızlaşana kadar bin bir farklı şekle girdi beynimde. Ancak hiçbiri odağımı daha ilgi çekici bir manzara yapamadı.

Şimdilerde gerçekler birer birer zihnime intikal etse de o zaman, konuşmaktan bıkmayan meraklı şehir aklıma gelmesi mümkün olan son şeydi.

"Neden bakışları bende? Yanıma mı yaklaşıyor? Peki ya masanın altında çok masummuşlarcasına birleştirdiğim ellerim neden annesinin ölü bedenini tutan bir çocuğun elleri kadar titriyor?"

İşkencem ne kadar sürdü tahmin dahi edemem. En çok tahminler yanıltmaz mı zaten insanı? Ve en çok da tahminler buldurmaz mı doğru yolu?

Öyleyse itiraf ediyorum; yakıp geçen senin karşında tahminlerle kendimi kaybeden ben, çırılçıplak hissediyordum. Sıktığım yumruklarım ve terleyen sırlarla dolu mahzenim... Her şey çok yavaş ve de çok çabuk ilerliyordu buralarda. Ve ben eziliyordum ağırlığının altında... Ezildim, kurtarabilecek tek kişi sendin... Yapmadın... Derin nefesler arasında söylüyorum şimdi, çok geç kalsam da: "Hiç mi hiç sorun değil bencil adam, ne de olsa pişman bile değilsin."

Yine de... Arada sırada gelmek isterdim rüyalarına, aklının bir köşesinde kalmış tarifsiz anılarda...

Bizi unuttuğun ihtimali en yakın, bir yandan da en çok yaralayan şey hala. Düşünmek dayanılmaz ağrılara sebep olur, kim bilir kaç defa daha yaşadın aynılarını? Zamansa daima hatırlattı kalbime sapladığı bıçaklarla, tüm kırıklıklarımı iyileştirecek olan bir o vardı artık hayatta...

En sonunda ulaştığında ürkütücü ve de alaylı bakışlarınla yanımıza, küçük bir selamın ardından beni tüm kötülüklerden koruyabileceğine inandığım ellerini uzattın bana. Kötülüğün ta kendisi olduğunu bilseydim, asla vermezdim naif ve acımasız ellerimi sana...

Senin suçun olduğunu düşünsem de, daha önce etrafı şaşırtıcı bir güzellikle kaplayan müziği duymamıştım. Belki de ilk defa bu kadar anlamlıydı benim için, uyumlu adımlarımızla dolan o şarkının içi. Belki de ilk dans teklifiydi kabul ettiğim, sadece kendini düşünen arzularımı yanıma davet etmeden. Belki de yine de canımı acıtırdı düşünmek kendimi ve geçmişi, emindim seninkinin yanımda parlayacağına...

Sonra... Sana dokunur dokunmaz içine karışan hislerim, koluna girer girmez zayıflaşan bedenim, tenime değen teninle beni evrenin ortasına sürükleyen sen, her şeyin farkına vardığım an... Nereden bilebilirdim?

Boynuna doladığım kollarım, vücudumu yok sayarcasına beni kendine çeken ruhun ve seni ele geçiren ateş... Delip geçerdi karaların... İşte tam da o zaman, o an anladım...

Göz bebeklerine yansıyan ben, tutuşundaki sahipleniş ruh eşini bulmuşçasına...

Sen...

Ben...

Biz...

Sen de benim gibiydin...

"Dans tehlikeli bir oyun." Sakince kelimeleri özgür bıraktım. "Eş kutupların birbirini itmesi gerekmez miydi?", sordum sağ elim boynundan kalbine uzanırken. Cüretkar bakışlarım kanıtlamak ister gibiydi, ben bu işte daha iyiydim.

Engellerle dolu oyunumuzu devam ettirmeye kararlı dudakların kıvrıldı, "Bilmediğin bir tezatımız vardır belki de, olamaz mı?", sanki mümkünmüş gibi daha da yakınına çekerken beni. Sözlerin başımın hemen yanında, kulağıma dolar, boynumu savunmasız bırakırdı... "Ama haklısın, Raven, dansımız çok ama çok tehlikeli bir oyun..." Soluksuz kaldım  nereden bildiğini bilmediğim adım dudaklarından sura üflenen nefes gibi çıktığında. Belki de sadece bana özeldi sesin, görünenin aksine sıcak bedenine uymuş... Kendimden emin, çizdiğim yol saçlarının arasında...

"Yalnız, ben içine girdiğim oyunu kaybetmem." Ufak bir uyarıydı yaptığım. Sense kazanmasan bile, kaybetmeye niyeti olmayan kararlı ve buzdan bir heykel, içten içe kendi ateşinde yanan: "O zaman... Göster kendini küçük, yalancı şeytan..." Boğuk fısıltınla kanadığı belli olmayan dudağım ve cesaretimi gösterircesine sıkıca kavradığım saçların...

Birbirini tamamlayan cennet ve cehennem, her şey susmuş, dikkat kesilmiş dünya... Gözlerimizi buluşturamazdık... Ya ateş ve barutla yok olsaydı bu rüya?

Gözle görülür bir ışık dönüp duran, etrafımızda...

Cümlelerinin döküldüğü o açık, içine girilmesi yasaklı kapı... Nazik ama korkusuzca es geçti tenimi kalbimin her yerinde zaten hüküm sürmüyormuşçasına ve dokundu elbisemin kumaşına: "Şimdilik hoşça kal güzel kadın. En gizli anlarında zihninde beni sakla."

En sonunda yavaşlayıp sona eren melodiler, küllerinden doğmaya çalışan bir Zümrüdüanka, onları da üzerime üfleyen rüzgar, ayrılışımız ilk defa... Son olmayacağını, nereden bilebilirdim? Arkanı dönüp gittin, kalansa kalbimde uçuşan parıltılarla ben... Yapacak bir şey kalmayınca arkamı dönüp gittim mecburen yanında oturduğum adama. Kızgın bakışları her şeyi riske atardı, riske atılacak olansa zaten çoktan atılmıştı.

Başımı döndüren, büyük, güçlü, şeytani gülümsemen bugün dahi aklımda...

En büyüleyici olanıysa, kendimi bulmam her hareketinde ve davranışında; bilmek, bir adet daha günahkar var dünyada. Çalar, kaçar, dönüp bakmaz arkasına. Oysa kazanmak ya da ölmek var oluşun kabul ettiği tek fırtına... 

Cowboy Like Me | RavenWhere stories live. Discover now