Garip hissediyordum.

"Hasta olacaksın!" Travis, elinde karton bardakla birlikte bana doğru gelirken önünden geçen bir çalışanı durdurmadan hemen önce bana seslendi. Siyah düz saçları sırılsıklam olmuştu. Sanırım o da benim gibi saatlerdir sahnenin kurulması için buradaydı.

Omuz silktim.

"Diyene bak. Sıçana benziyorsun." Gülerek ellerimi ona doğru uzattığımda elindeki bardağı bırakmadan tek eliyle beni yerden kaldırıp kendine doğru çekti. İkimizin de birbirinden farkı kalmamıştı.

"Harry'nin sen dahil birçok kişiyi kendi turunda da tutmuş olması çok komik," dedim istemsizce bir itirafı gerçekleştiriyormuş gibi. "Diğerlerine doğru düzgün kimseyi bırakmamış resmen! Lou burada, Sarah catering şirketiyle burada, sen buradasın, Tim burada. Kim bilir daha kimler burada."

"Ne güzel işte," dedi omuz silkerek. "Ben oldukça memnunum bu durumdan. Hem o zaman birlikte çalışmıyorduk. Şimdi resmen bir takım olduk. Hey parçayı yanlış yere taşıyorsunuz!" Omzuma attığı eliyle karşımızdaki teknikere seslendiğinde teknikerin hafifçe başını sallayıp ters yöne yöneldiğini gördüm.

Tanrım, hiçbir şey yetişmiyordu!

Saat kaçtı? Sabahın 10'u mu?

"Sabah 6'dan beri arenanın ortasında insanları koordine ediyorum. Bir gram uyuyamadım." Sağ elimin baş parmağı ve işaret parmağının ucunu birleştirip Travis'e doğru kaldırdım. Bu onun genzinden gülmesine sebep olmuş ve ikimizi de sarsmıştı. Nereye yürüdüğümüzü bile bilmiyordum fakat birinin beni yönlendirmesi şu anda çok iyi geliyordu. Kafam birkaç dakikalığına da olsa dağılmıştı. Sahne arkasına girdiğimizi, Travis'in omzumdaki elini çekip bardağı kapının önündeki çöpe attıktan sonra demir kapıyı kendine çekip hafifçe iterek açmasından anlamıştım. Çok fazla içeri girmek istemiyordum ama kıçımın arena zemininden daha rahat bir yer görmesini de tercih ederdim. Bu yüzden içerisinde muhtemelen birkaç saat sonra alanda kullanılacak kabloların olduğu büyük sahne setlerine doğru yöneldim ve bir tanesinin üzerine avuç içlerimi bastırarak vücudumu yukarı çekmemin ardından yerleştim. Sırtımı arenanın düz beyaz taş duvarına yaslayıp başımdaki yağmurluğun siyah şapkasını başımı iki yana sallayarak dokunmadan indirdim. Ardından, rahatsız hissettiğimi hissederek yağmurluğu çıkarttım ve boyundan bağlamalı beyaz sırtı açık üstümle birlikte tekrar duvara yaslandım. Sırtım soğuk duvarla birleşince ürpermiştim fakat böylesi daha çok iyiydi.

Travis, yanıma oturmak için adımlarını bana yönlendirdi fakat biri benim adımı seslendiğinde gözlerimi devirdim. "Lütfen," dedim yalvarırcasına bakışlarımı Travis'e dikerken, "Lütfen sen bakar mısın? Gerçekten gücüm kalmadı."

Dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini açıp kapadığında gülümsedim. Ardından başımı da duvara dayayıp gözlerimi kapattım ve Travis'in bu hareketinin bana Harry'i anımsatışı altında ezildim.

Harry'i karşılıklı en son Cardiff'te, turun ilk gününde, konsere çıkmadan önce görmüştüm. Yani tam 8 gün önce. O, su almak için sahnenin hemen yanında duran şişeye yönelirken ben de sahneye bağlı kabloların renklerini son kez kontrol ediyordum. Birkaç saniye göz göze gelmiştik fakat ben dudaklarımı oynatarak ona iyi şanslar diledikten sonra gözlerini sıkıca açıp kapatarak dileğimi aldığını belirtmiş ve hızlıca sahneye çıkmıştı.

Bu kadar.

Kendime alan tanımaya çalışıyordum. Melissa'yla konuştuklarımız hala omzumda bir yüktü. Sanki dünyada tek bir Mattias varmış gibi ikimiz de bir galeyana gelmiştik. Belki arkadaşıydı? Belki kuzeniydi?

Eyes Wide OpenWhere stories live. Discover now