"Yazımın kötü geçtiğini biliyorsun. Gördükl—"

"Evet, evet. Aldatıldın, kötü davranıldın, erkek arkadaşın seni dünyada geriye kalan milyonlarca erkek gibi şımartmayı reddetti. Çok zor olmalı gerçekten. İpek mendilinle mi silmemi istersin gözlerini, yoksa önce altın kaplamayla mı?"

Söyledikleri karşısında az daha ağzım açık kalıp, hiçbir şey diyemeden ona bakalalıyordum. Birkaç öğrenci satranç masasından başını kaldırıp bizim tarafımıza baktılar. Koyu kahverengi saçlı bir çocuğun neredeyse neonsu gözlerinin neredeyse kavgadan eğlendiğini görünce silkelendim.

"Ne bekliyorsun, babam adına özür dilememi mi? Üzülmeme değer bulacağın bir sorunu başıma açmamı mı? Senin için fazla duygusal olduğum için affını beklememi mi ne? Marcus'a karşı eskiden duygularım olduğu için mi öfkelisin, artık olmadığı için mi bir karar ver."

Klaire şimdi kaşlarını çatamıyordu. Şaşırmıştı. Ben olanları bu kadar yüzüne vurmasaydım göremeyecek kadar aptal olmaya devam mı edecekti? Hayır, yalnızca umursamıyordu. Bulabildiği her fırsatta benim hayatımıdan uzaklaşıp, kendi hayatını üstüme atarken arkadaş olduğumuzu sanıyordu. Yalnızca onu ilgilendiren, onu öne çıkartan kısımlar olabilirdi kendi hayatımda. Sorunlarım olduğundaysa önemsizlerdi, çünkü Klaire ile alakası yoktu. Drama kraliçesi, şımarık, bencil olan ben oluyordum çünkü onun için fazla 'sulugözdüm'.

"İstediğin her şeyi sırf soyadından ve dış görünüşünden dolayı elde etmeye alışık olabilirsin. Ama benim ne kadar çok çalışıp, senin gördüğün övgünün dörtte birini alamamak ne kadar zorlayıcı oluyor biliyor musun? Sense benim yanımda olmak, bu haksızlığa son vermek yerine aksine kullanıyorsun."

Klaire sık sık duygularından bahsetmezdi. Özellikle de onun kazanan taraf olmadığı zamanlarda. Anlamadığım kısmıysa, derslerinde benden daha başarılı olurken, profesörler ikimizden de memnun görünürken, tüm övgüleri toplarken neden bahaettiğini anlayamıyor oluşumdu. Derslerimi aksatma ya da kötü notlar alma Tenebris ailesinde bir seçenek değildi ama hiçbir zaman Klaire'i gölgede bırakacak dönüşler almıyordum.

"Hiçbir zaman notların—"

"Notlardan bahseden kim? Her zaman tek merkezin kendin olmak zorunda, değil mi? Bunca zaman sahip olabileceğin onca şey, onca kişi varken sen her zaman ulaşamayacaklarının peşinde olacaksın. Değil mi? Herkesin sana prenses gibi davranıp, kırılmandan, üzülmenden, hastalanmandan korkarak davranmasından sıkıldım. Kimsenin geçeeği yüzne söylem—"

"Klaire. Yeter." Önce sesin Li'den geldiğini sandım ama sesi daha kalın ve derinden geliyordu. Marcus hep burnunu en sokmaması gereken senaryolarda ortaya çıktığından bu kadar da pişman olmamam gerekirdi belki de. Klaire'in sözlerini devam ettirmesini istiyordum. Benim bu kadar sahip olabildiğim ama kendisinin olamadığı ne olduğunu merak ediyordum. İstediği çoğu şeye hem maddi, hem de manevi şekilde ulaşıyordu. Ortalamasında virgüllük kusur bile yoktu. Kimse ona kabalık etmeye cesaret edemiyordu. Sorunu göremiyordum. Özellikle de bana karşı bu kadar sert olup, kendini saklarken. Şimdi de Peter'la arkadaş olduğum için suçlu olan ben miydim? Sonunda kendime bir arkadaş bulabildiğim için?

"Bırak," dedim Marcus, Klaire'in tepesinde dikilirken. "Konuşuyoruz yalnızca."

"Bana pek öyle gelmedi."

Klaire mavi gözlerini kısıp, dik dik Marcus'u süzdü. Birçok kişiye nazaran Marcus'a bile istediğinde öfkesini göstermekten çekinmiyordu. "Yine, yalnızca aile onayı alabilme umuduyla, asla değer vermediğin kız arkadaşını korumaya mı geldin? Ne tatlı. Ne kadar da şefkatli."

Golden Boy and Princess // Slytherin+HufflepuffWhere stories live. Discover now