"Böyle olduğunda... kolay düzelir mi?" Marcus'la konuşmaya hevesli değildim. O ne kadar ağzımdan çıkan her bir kelimede daha da kendi varlığından nefret ediyormuş gibi görünse de, tek merak ettiğim Sukie'nin ne zaman iyileşeceği ve iyi olmasıydı. Belki de yüksek nem ve güneş istemeyen bitkilerim yerine daha çok insanlarla vakit geçirmeli ve bazılarının aynı koşullarda bulunamayacağını ayırt etmem gerekiyordu.

Madam Pomfrey'nin rahatlatıcı sözleri elbette beni hiçbir şey olmamış gibi uyanacağına ikna etmişti ama— sonuçta Sukie arkadaşımdı. Onun için endişelenmem doğal sayılmalıydı. Tek kelime dahi edersem tüm okulu yakacakmış gibi görünen erkek arkadaşından daha insani yollarla bunu sormasını biliyordum yalnızca.

Marcus gözlerini Sukie'den çekip bana baktı. İri burnunun üstünde de birkaç çizik gördüm. Ancak sorgulamanın bana düşmediğini biliyordum.

"Seni neden ilgilendiriyor?"

"Arkadaşım çünkü."

Tekrar beni tersleyeceğini düşündüğümde gergin omuzları gevşedi. Sukie'nin bembeyaz çarşafların üstündeki buğday teni parladığından, ona dikkatimi çevirmemek ve Marcus'a bakmak zordu. Tuhaf bir şekilde teni ve koyu kahverengi, çikolata rengi saçları hep içlerinde kristaller varmış gibi parlıyordu.

"Sana annesinden bahsetmedi mi?"

Onunla ikinci kez ağacımın, en azından bu seneye kadar bana ait olduğunu düşündüğüm ve şimdi Sukie ile paylaştığım için de şikayet etmediğim, altında karşılaştığımda annesinin düelloda aldığı hasarın sebep olduklarından bahsetmişti. Tekrar Sukie'nin yüzüne bakarken, söyledikleriyle yüzüm buruştu. Hamile bir kadını düelloya zorlayacak kadar korkunç birnin olmasına inanamıyordum. Belki de annesinin de o sıralarda, Sukie'nin varlığından haberi yoktu. Ya da tamamen bir anlık hataydı. Her ne olursa olsun Sukie'nin hakkedeceği son şey olduğu açıktı.

"Sağır mısın yoksa beynin soruları ilk dakika içinde algılayamayacak kadar geç mi çalışıyor?"

Marcus kesinlikle gergin biriydi. Aynı zamanda sabırsızdı da. Bu sabırsızlığı mı öfkesine yol açıyordu yoksa öfkesi mi onu sabırsız kılıyordu orası bir muammaydı. Ona karşılık vermemem de sanırım çok hoşuna gitmiyordu.

"Evet," dedim sonunda. "Şöyle böyle."

Cevap vermekten kaçınmamın sebepleri vardı. Ancak şu anki durumda Marcus'a istediğini vermek istememiştim. Sukie'ye dair benden daha çok şey bildiğini bilmemin zaferini ona tattırmaktan hoşlanmamıştım. Sukie dünyadaki en iyi kalpli öğrenci olduğumu düşünüyor olabilirdi ama Marcus'a karşı kontrol edemediğim bir anti sempati duyuyordum. Komik, hınzır ve biraz sınır tanımaz olan bu epey enerjik kızı yıllar içinde sağlam sarstığını anlamak için Sukie'nin bana her detayı vermesine gerek yoktu. Yalnızca sedyede yattığı anlarda mı kız arıadaşı olduğunu hatırlıyordu?

Senin neyin var? Onlar birbirlerini, bilmiyorum, çok uzun zamandır beridir tanımıyor mu? Üstelik sen onun yalnızca çok ama çok yeni bir arkadaşısın. Hatta, belki, bu bile sayılmazsın.

"Bazıları... üç yasak büyüden biri olduğunu söylüyor. Emin değilim. Bu yüzden vücudunda, Merlin'in kendisi, Lilith'in ruhu gelse bile onu iyileştiremeyecek bir terslik var."

"Ama—" tekrar Sukie'ye baktım. Mışıl mışıl uyurken küçük bir kız çocuğu gibi görünüyordu. "Onu iyileştirm—"

"Sence büyücülük dünyasındaki en güçlü ailelerden biri olan Tenebris tek kızları için ellerinden gelen her şeyi denemediler mi sanıyorsun? Herkes denedi. Ama zaten hiçbir zaman bozuk olmamış bir şeyi düzeltemezsin. Sukie hiçbir zaman sağlıklı bir sisteme sahip olmadı. Vücudu bu şekilde şekillendi, gelişti ve en azından onu ayakta tutabilecek kadar adapte oldu." Eliyle yüzünü ovuşturdu. İnce çizgiler yüzünde belirmişti. On yedi yaşından çok daha büyük görünüyordu. "Fakat paniklediğinde, korktuğunda, üzüldüğünde, üşüttüğünde kalbi bazen bunları kaldıramayabiliyor. Aynı şekilde soluk sistemi de onun paniğe girmesiyle bir anda... boktan, hiçbir sike yaramayan bir şeye dönüyor. Vücudunun koruma sistemi seninki ya da benimki kadar güçlü değil. Bu yüzden de birçok şeye de alerjik."

Golden Boy and Princess // Slytherin+HufflepuffWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu