tomme au marc de raisin

103 17 161
                                    

"Aziz dostum,

Bir gün hayatımın her önemli anına şahit olmak istediğini söylemiştin. Şimdi anlatacaklarım bir ihtimal,gözüne çok önemsiz gelecek olsa da benim yaşamımın belki en tuhaf,en ehemmiyetli ve anlamlı anlarıdır.

On dört mayıs günüydü,yüksekokula gittiğim zamanlardı. Okul çıkışı -bilirsin evim hep gittiğim okullara uzak olurdu- bahçede servis aracını beklemeye başladım. En sonunda büyük,beyaz arabanın sivri burnu sokağa yanaştı,fakat ayaklarım ileri gitmiyordu. Şaka etmiyorum azizim,inan ki gidemiyordum! Sanki sandaletlerim balçığa saplanmıştı, sanki tüm yeryüzü durmadan bir koşu bandı gibi dönüyordu ayaklarımın altında ve bir adım ilerleyemiyordum.

Sınıftan bir kız,Sera geldi. Onun yardımıyla atladım bir servise. Serviste ayakta duruyordum,sırf bu yürüyememe hâlinden korktuğum için.

Bizim yaşımızda gençler vardı, aralarından biri Sera'ya laf atıverdi. "Babanız Cromwell hazretleri nasıllar,para içinde yüzerken rahatları yerinde mi?"dedi. Sera'nın babası demir fabrikaları olan bir dünya markasıydı.

Ve gelmiştik,nereye geldiğimizi bilmiyordum ama genç kız elimden tutarak beni indirdi.

Karşımızda dimdik yukarı doğru uzanan, paslı demirden merdivenler vardı. Tırmandık,ellerimiz pastan mahvolana değin tırmandık.

Neden bunu yaptığımı,nerede olduğumu inan hiç bilmiyordum ama tuhaf bir şekilde,sorgulama gereği de duymuyordum.

En sonunda beyaz bir kapıya ulaştık ve kapıyı açınca -biliyorum inanamayacaksın güzel dostum- birden sular döküldü içeri.

Sualtı dünyasına geçiş yapmış gibi hissediyordum,ancak yüzme bildiğimden midir bilmiyorum,nefes alabiliyordum. Sera balıkların arasında yüzüyordu,evet balıklar da vardı,somon balığına benzeyen binlerce iri ve beyaz balık.

Genç kız ne yaptı bilmiyorum ama,birden bir anafor çıktı,haşin bir girdap,ve bizi çekmeye başladı. Ben daha neler olduğunun farkına bile varamamışken bir koridora ulaştık-sanki sular çekilince birden buraya ışınlanmıştık.

Geldiğimiz koridor boğucu bir çöl güneşi tarafından aydınlanıyordu-inan bu sıcaklıkla öyle sarhoş olmuştum ki içinde bulunduğum anın saçmalığını sorgulamadım. Duvarlara sarmaşıklar tırmanmıştı,sanki her an üzerime de tırmanabilirlermiş gibi korkuyordum.

Koridordan geçerek beni odasına götürecekti ancak tahta kapıya adım attığımız anda bir adam belirdi.

Sera'nın 'baba' diyerek birkaç adım yanına gitmesinden anladım,o General Cromwell'di.

Uzun boylu,zayıf bir adamdı General. Dağınık,açık kahverengi saçları büyük ihtimalle dağınık olmadığı zamanlar dalgalıydı.

Bize baktı, hafifçe gülümsedi. Gözlerinin rengini hatırlamıyorum ama ışıltılıydı, tehlike dolu,parlak bir ışıltı,çılgınların gözlerindeki gibi.

Bir odaya girdik-ne odası bilmiyorum ama ilgilenmiyordum da,Sera keman alacağını mırıldandı ve ortadan kayboldu.

General ve ben odada yalnızdık. Nasıl tarif etsem bilmiyorum güzel dostum,hani öyle sıkıcı yaz günleri vardır ya,havada asılı kalan toz zerrecikleri bile uyuşuktur, gözkapakların ağırlaşır ve parmağını bile kımıldatamazsın. İşte o günlerin havası vardı burada.

General,hepsi bir hayal miydi?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin