Gözlerini içine bakarak kafamı salladım. "Anladım müdür bey. O zaman okul çıkışı görüşürüz. Şu an gördüğünüz üzere çok fazla işim var," fazla yoktu. Öğlene kadar çoktan bitirmiş olurdum. "Peki kolay gelsin hocam."

"Sağ olun," yavaş yavaş odanın içinde adımlarken hemen gitmesi için kirpiklerimin altından baktım. Selam verircesine kafasını sallayıp odadan çıkınca derin bir nefes aldım.

Öğlene kadar yapılması gerekenleri yapmış, tüm işlerimi bitirmiştim. Arada odadan çıktığımda Çağatay'dan köşe bucak kaçıyordum. Adam her gördüğü yerde kene gibi yapışıyordu yahu.

Zilin çalmasına yakın önlüğümü çıkarıp kabanımı giydim. Dışarı soğuktu ama bunu aldırış etmeden etek giymiştim.

Çantamı da alıp odamdan çıkarken zil çaldı. Merdivenlerden hızla indikten sonra Elçin'e bakındım ama bulamadım. Büyük ihtimal yemekhanedeydi. Bense tek başıma yemek yemeye gidecektim. Tolga aramamıştı, ben de arayıp rahatsız etmek istememiştim.

Dışarıya çıkmamla soğuk hava içime işledi. İrkilerek kabanıma daha da büründüm. Esen rüzgardan dolayı eteğim kabanın izin verdiği kadar savruluyordu. Kapıya yaklaştığımda kaportaya yaslanmış Tolga'yı gördüm. Bütün dişlerimin gözükeceği halde sırıtarak yanına gittim. Sarılacaktı ki durdurdum. "Sarılmak yok."

Gözlerini devirip eliyle yüzünü sıvazladı. "Ben sana sürpriz yapmak için öğle aranda buraya geleyim senin yaptığına bak."

"Koyduğum kuralın daha birinci günü Tolga," omuz silkti küçük çocuklar gibi. "Olabilir. Ben sana sarılmak istiyorum," kolları yavaş yavaş belime doğru gelirken ellerini sertçe ittim. "Tolga dedim."

Kaşlarını çatarak ellerini ceplerine soktu. Haline sahte bir hüzünle bakarken Çağatay'ın sesini duydum. "Burçin, bir sıkıntı mı var?" Tolga burnundan soluyarak Çağatay'a bakıyordu. Keneydi, kene! Narkotik köpeği gibi koklayarak buluyordu adam.

Tolga, sinirli ve sert ifadesine bürünüp yanıma geldi. Eli belimi bulurken ben de ona doğru sokuldum. "Herhangi bir sıkıntı yok kardeşim. Sevgilimle konuşuyoruz," Çağatay, Tolga'nın dediklerini takmadan bana bakmaya devam ediyordu. "Burçin?"

"Bir sıkıntı yok hocam. Sevgilimle konuşuyoruz."

"Emin misin?"

"Eminim," Çağatay lafımı yarıda kesti. "Rahatsız ediyorsa halledebilirim," boyuna baktım. Tolgayla hemen hemen aynıydı.

Çağatay'ın omuzunda Tolga'nın elini gördüm. "Bence ben seni halletmeden, git," dişlerini sıkarak söylediği şey karşısında elim Tolga'nın kolunu buldu. "Hayatım, gitsek mi artık?"

"Gidelim," Tolga son kez Çağatay'ın sertçe omuzunu sıkıp arabaya yöneldi. Onun suratında mimik oynamazken, Çağatay hafifçe kaşlarını çatmıştı. Arabaya bindiğimde aniden gaza bastı. Arabada sessizlik kol geziyordu. Eğer konu tekrar açılırsa hiç iyi olmayacaktı.

Son hızda sürmeye devam eden Tolga'ya döndüm. Bu sinirle ve hızla sürmeye devam ederse kazaya davetiye çıkaracaktık. "Canım, biraz yavaşlasan mı?" parmaklarını direksiyona sıkıca sararken yavaşladı. Sonra kenarda durdu. Ben yan dönmüş onu izliyordum. Elleri direksiyonda kafasını arkaya yaslayıp gözlerini kapattı. Derin birkaç nefes aldıktan sonra kafası hala arkadayken bana döndürdü. "Bir de sarılma diyorsun. Adamın yaptığına bak. Pezevenk!"

Şaşkınlık gözlerim büyürken devam etti. "Hiç bana bakma öyle Burçin."

"Sanki adama gel tartışma çıkar dedim," sinirlenip önüme döndüm. Adam arsızın tekiydi, ben ne yapabilirdim. Kafamı sağa sola çevirmeden karşı tarafa bakıyordum. Daha iki gün anca olmuştu birbirimize her şeyi itiraf edeli. Ne çabuktu kavga etmemiz. Koluma dokununca çekiştirdim.

KAMELYA ÇİÇEĞİM - TamamlandıWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu