17.Bölüm : Çukurdaki Kız.

En başından başla
                                    

"23.54." dedi kendi kendine, dudakları titriyordu.

Saat 23.54'tü. Doğum gününün bitmesine sadece altı dakika kalmıştı. Karanlık sokak bomboştu, bu gece onunla olan tek şey yağmur damlalarıydı. Biraz daha beklemeye karar verdi, belki annesi ve babası bir son dakika sürprizi yapacaktı, kim bilir?

Dakikaları izledi. Her geçen dakikada kalbi acıyordu. Gözleri dolu dolu son kez saate baktı.

"23.59." dedi kendi kendine. Sonra gözlerini kapattı ve beklemeye başladı. Bekledi, bekledi, bekledi. Gözlerini açtı.

"00.05."i gösteriyordu masa saati. Kumru'nun gözlerinden birer damla yaş aktı ama bunu umursamadı bile. Gururlu bir çocuk gibi kalktı, masada duran süt bardağını alıp mutfağa götürdü. Gözlerinde yaşlarla bardağı elinde yıkadı ve odasına doğru ilerledi. Üzerindeki mavi elbiseyi çıkarıp morlu beyazlı pijamalarını giydi. Bunları yaparken bile gözleri yaşlıydı. Yine de gururla yatağına girdi, uzandı ve yorganı üzerine çekti.

"Hoş geldin 6." dedi kendi kendime. Kumru artık altı yaşındaydı. Yapayalnız ve altı.

O gece bir şeyler fark eder gibi oldu ama konduramadı. Sonra uzun uzun düşündü, annesi ve babası onu sevmiyor olabilir miydi? O düşünürken evin kapısı açıldı ve istemsizce bir kez daha heyecanlandı Kumru. Bir kez daha umutlandı. Belki geç kalmışlardı ama doğum gününü kutlarlardı. Aynen böyle düşünüyordu, oysa öyle olmadı. Anne ve babası Kumru'nun yanına bile uğramadan doğrudan odalarına geçip tüm ışıkları kapattılar ve evi yine zifiri bir sessizlik esir aldı. Kumru'nun dudakları bir kez daha titremeye başladı, gözlerinden akan yaşları durdurmaya çalışarak ellerini gözlerine bastırdı. Sonra yorganı kafasını bile kapacak kadar çok çekti ve gözlerini yorganın altındaki karanlığa açtı. Sonra hep böyle uyudu Kumru, yıllar boyunca hep o yorganın altında uyudu. Sanki bir enkaz altındaydı ve bu enkaz onun hayatıydı. Her sabah o yorganın altından çıkışı sanki bir enkazın altından çıkış provasıydı...

(Kumru'nun Anlatımıyla)

Gözlerimi karşımdaki bir çift göze açtığımda başımdaki ağrının gözlerimi kıpırdatmamı bile zorlaştırdığının farkındaydım, oysa karşımdaki koyu gözler bana öyle güç verici bakıyordu ki kalbimin atışının hızlandığını hissettim. Uraz uyanmıştı, öylece uzanmış beni izliyordu. Hala yan yanaydık, hala beraber yatıyorduk. Her nasıl oldu bilmiyordum fakat ona o kadar yaklaşmıştım ki sağ elim çıplak göğsünün üzerinde duruyordu. İrkilerek kendimi geri çektim. Yüzümün al al olduğuna emindim, Uraz'ım belli belirsiz güldüğünü fark ettim. Hala halsizdi ama artık daha iyiydi. Böyle bakabiliyor olmasına minnettar olmalıydım, dün berbat bir haldeydi.

"Günaydın." dedi, sesi boğuk geliyordu, fazlasıyla üşütmüştü.

"Günaydın," diyerek aceleyle doğruldum. Yanına oturup ona baktım, "İyi misin? Daha iyi görünüyorsun, sadece sesin kötü gibi."

"Daha iyiyim." dedi kısaca, "Dün için üzgünüm. Seni... sizi korkutmuş olmalıyım."

"Sorun değil. İyi olman yeterli bir özür şekli." diyerek ayağa kalktım.

Etrafımızdaki çoğu el fenerinin pili bitmişti, mumların tamamı sönmüştü. Geriye kalan birkaç el feneri bizi aydınlatan tek kaynaklardı. İçerisi düne göre daha soğuktu, yukarıda zorlu bir kış yaşanıyor olmalıydı.

"Acıktın mı?" diye sordum,

"Üşüdün mü?" dedi Uraz benim sorum ile aynı anda.

"Biraz. Gidip üzerime bir şeyler daha giyeceğim... Sana da getireyim mi? Çıplaksın da..." diye mırıldandım gözlerimi kaçırarak.

Enkaz AltındakilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin