[ Bölüm On Bir: Düş ]

Start from the beginning
                                    

"Hiç zahmet etmene gerek yok," gibisinden naziklik akan cümleleri ardı arkasına sıraladım ve bununla beraber Oktay hüzünlü bir surat ifadesine büründü.

"O halde sonra görüşürüz," dedi sıkıntılı sıkıntılı. 

Veda niteliğinde başımı sallayarak "Görüşürüz," dedim ve yürüyen merdivenlere yöneldim.

Eğer ona karşı en ufak bir şey hissedebilseydim emindim, bir saat daha fazla yanında kalırdım. Fakat görüşmek istemiyordum Oktay'la. Belki onun için değil ama benim için en sağlıklı olanı, arkadaş olarak kalmaktı; bir daha böyle bir işe girmeyeceğim konusunda kendi kendime söz verdim.

Ben bunları düşünürken yürüyen merdivenden inmiş, başka bir merdivene gitmek üzere birkaç mağazanın önünden geçmekteydim fakat kafamda çizdiğim kroki, birinin cam kırığı batan kolumu tutmasıyla buruşup kayboldu. Yerini sızlayan kolumun acısına ve beni çeken kişinin kim olduğu konusunda oluşan meraka bıraktı.

İlk başta Oktay olduğunu varsaysam da siyah kapüşonunun altından gözlerinin üzerine düşen kızıl saç tutamlarını görmemle Amas olduğunu anladım. 

"Amas, bıraksana kolumu," diye silkindim.

Arkaya doğru uzanan koridoru gördüğümde kimsenin gelip geçmediği iki mağazanın arasında olduğumuzu çözdüm, fakat Amas'ın karşısındaki bir noktaya odaklanmış, kıpırdamaksızın önümde durmasına herhangi bir anlam yükleyemedim.

Baktığı tarafa doğru dönmeye çalıştığımda omuzlarımdan tutarak bana engel oldu. "Oradalar," diye fısıldadı.

"Kimler?" dedim, ses tonumu alçaltarak.

Yeşil gözleri benim arkamı gösterirken "Sence kim olabilir?" diye huysuzlandı ve o tarafa bakmam için beni asabice itekledi.

Alışveriş merkezinin tüm ışıkları siyah saçlı oğlanın beyaz teninde, gülümseyen suratındaki gamzelerinde birikmiş, geriye kalan herkesi çizmişti; yalnız o vardı, o ve onun yaptıkları. Yanındaki kızıl saçlı kız net değildi benim için, Amas'ın kazağımı çekiştirmesini bile hissetmiyordum.

Hışımla Amas'a döndüğümde "Öyle mi?" dedim alayla karışık öfkeyle.

Kaşlarını çatarak "Ne öyle mi?" diye sordu.

"Paranoyaksın, öyle mi?" diye tekrarladım.

Sabırsızca gözlerini tavanda gezdirip bana baktı, tavrım karşısında sinirlendiği, kız kardeşiyle Caner'i bir arada görmesiyle gerildiği belliydi. "Beni ruh ikizin olarak ilan edeceksen hiç durma," diye tersledi beni.

"Ruh ikizi diye bir şey olsaydı açıkta kalan bir ben olurdum galiba," diye homurdandım.

Amas bana Caner'in şehirde olduğunu hafta başlarında, basketbol maçı sırasında söylemişti ve o andan sonra o kadar fazla şey araya girmişti ki, bu bilgi kafamın en arka noktasında kalmıştı. Midem kasılıyordu Caner'i gördükçe; hava gittikçe basıklaşıyor, soluk almak bile onun sayesinde zorlaşıyordu.

"Herif mülteci gibi eve kuruldu," diye sitem eden Amas da benim gibi öfke doluydu. Ama düşündüğüm gibi harekete geçmiyordu; yerinde kalıyor, onları uzaktan gözetlemeyi seçiyordu.

Basketbol maçı esnasında yaptığı gibi kollarımı göğsümde birleştirdim. "Kız kardeşin kendi başının çaresine bakamaz mı sence?" diye sordum.

Alt dudağını dişleyerek bana aksi bir bakış gönderdi. "Şimdiye panik yapman gerekmiyor muydu senin?" dedi.

Her ne kadar dışarıdan belli etmesem de, vücudumun kontrolünün artık elimde olduğunu sanmıyordum; endişe, şiddetli rüzgârda esen kum taneleri gibi ellerime, ayaklarıma, gözlerime doluyor, tenime sayısız tane çatal saplanırken öfkenin dalgaları boy atıyor, artık normalden daha büyük bir şeye, tsunamiye dönüşüyordu. Koşmak, dalgaların büyümesine sebep olan kişiye doğru gitmeyi delicesine istiyordum ama okyanusun dalgaları beni alıkoyuyordu.

NOKSAN | ✓Where stories live. Discover now