İtiraz ettim. "Canım bir şey istemiyor."

Kaşları çatıldı yine. Küçük çocuğa kızar gibi işaret parmağını bana doğru salladı. "İstese de istemese de bir şeyler yiyeceksin Burçin," komodinin üstündeki çay fincanını gösterdi. "Sen çayını iç geliyorum hemen."

Bir şey dememe fırsat vermeden odamdan çıktı. Sert ve peş peşe gelen ayak seslerinden merdivenleri hızla indiğini anladım. Bacaklarımı kendime çekip kollarımı etrafına doladım. Ellerimin arasındaki çay soğuk olan ellerimi ısıtırken daldım. Yaklaşık on dakika sonra elinde kahvaltı tepsisiyle Tolga geldi. Elindeki tepsiye dikkat ederek yatakta rahat bir pozisyon aldı. Tepsiyi kucağına koyduktan sonra tost ekmeğinin üstüne reçel sürüp bana uzattı. "Yemeyeceğim."

Ekmeği yüzüme daha çok yaklaştırdı. "Yenilecek."

Kafamı salladım. "Tolga ısrar etme canım istemiyor. Çayı bile zor içiyorum."

Bakışlarımı tekrardan gökyüzüne çevirdiğim sırada fırsat bulup burnumdan tuttu. Nefes alamadığım için ağzımı açmam gerekiyordu ama açmadım. Yemeyecektim işte. Ne gerek vardı böyle oyunlara. "Ağzını aç," yumuşak çıkan sesine karşı omuz silktim. "Kızım uğraştırma beni. Aç ağzını."

Umursamadan ağzımı kapalı tutmaya devam ettim ama birazdan açacaktım maalesef. Çünkü nefesimi tutmakta zorlanıyordum.

Gözlerindeki şefkat ve merhametle bana bakıyordu. Kararlı bakışları benim ve ekmek arasında gidip geliyordu. En sonunda dayanamayıp ağzımı açtığımda vakit kaybetmeden ekmeği ağzıma sokuşturdu. "Ekmeği bitirdikten sonra diğerlerini de yiyeceksin. İtiraz ettiğin kadar uğraşacağım haberin olsun."

İstemeye istemeye tepsideki diğer kahvaltılıkları da yedikten sonra yatağın içine kaydım. Yarı oturur pozisyonda oluşum belimi biraz ağrıtsa da umursamadım. Tolga elindekileri mutfağa bırakıp gelmişti.

Çalışma masamda kapalı halde duran bilgisayarı aldığı gibi yanıma oturdu. Yatağım çift kişilik olduğu için sığmakta zorlanmamıştık.

Bilgisayarı açtıktan sonra film veya dizi açıp yatağa koydu. Ekrandakine asla odaklanamıyordum. Dizi akıp gidiyordu ama anlamıyordum. Kafamı Tolga'nın omuzuna koydum. Boş bakışlarla ruh misali ekrana bakarken Tolga beni umursamadan bilgisayara uzanıp kapağını kapattı. "Kalk gidiyoruz."

Uykusuzluktan dolayı zorla açık tuttuğum gözlerimi ona çevirdim. "Nereye?"

Kolumdan tutmasıyla odanın içindeki banyoya götürmesi bir oldu. "Saat gelene kadar istediğin her şeyi yapacağız," kolundan hiç çıkarmadığı saatine baktı. "En fazla beş saatimiz var o yüzden çabuk hazırlan."

Dışarı çıkmak belki bir nebze iyi hissettirebilirdi ama benim adım atacak halim yoktu ki. Şu an bile hafif de olsa bacaklarım titriyordu. "Tamam," beni banyoda yalnız bıraktığında aynadan kendimi inceledim. Dağılmış kızıl saçlar, göz altındaki halkalarım, her halinden mutsuz olduğu belli olan surat ve kırmızı gözler. Baştan aşağı kırmızı tonlarıyla kaplıydım.

Dağılan saçlarımın arasından bağımsızlığını ilan etmiş perçemim gözümün önüne gelince elimle arkaya itip lavaboda yüzümü yıkadım. Buz gibi soğuk suyla üç-dört yüzüme su çarptım.

Suyu kapatıp çenemden ve burnumun ucundan damlayan suları umursamadan aynaya baktım tekrar. Bir şey değişmemişti.

Havluyla yüzümü kuruladıktan sonra odama geçtim. Tolga, çalışma masamın üstündeki rafta duran en sevdiğim kitabın herhangi bir sayfasını açmış okuyordu. En alt katta, bodrum katında annemin çalışma odasıyla birlikte kocaman bir kütüphanemiz vardı. Çalışma odasıyla karşılıklıydı. Boydan boya kitaplarla kaplıydı. Çoğu annemin bu zamana kadar okuduğu kitaplardı ama benim de okuduğum kitaplar vardı.

KAMELYA ÇİÇEĞİM - TamamlandıWhere stories live. Discover now