"Komiserim, Sima Cenek, otuz iki yaşında. Zengin bir ailenin ilk evladı. Fazlasıyla zengin bir ailenin üstelik. Neyse, bu ailesiyle büyük bir tartışma yaşamış ve rest çekerek kendi işini kurmuş. Bir sevgilisi var. Sevgilisiyle birlikte yaşıyor. İşin garip yanı, sevgilisini ailesi istememiş ve o yüzden tartışmışlar. Daha sonra sevgilisiyle birlikte çalışıp çabalayıp kendi işlerini kurmuşlar ve şu an kız, ailesiyle yarışır bir parayla oynuyor. Kadın fazla egoist ve kibirli. Ama sevgilisi tam tersi. Geçen sene bir barda taşkınlık çıkarmış ve bu yüzden tutuklanmış. Sevgilisi avukat olduğu için o çıkarmış onu. Her neyse, sevgilisi otuz beş yaşında ve onunla birlikte olduğu zamanda okuyup avukat olmuş. Çok garip bir ilişkileri var sanırım. Ben anlamadım."

"Tamam Necati, sağ olasın," dedi çatlamış sesiyle.

"Komiserim, bir sorun mu var?" diye soran Necati'ye cevaben, "Necati, ormanda bulunan kanlardan biri acaba bizden birilerine ait midir ki?" diye sordu.

Necati, onun söylemiş olduklarından hiçbir şey anlamamıştı. Bir şeyler oluyordu ancak sanırım onun çözemeyeceği kadar derin ya da onun bilmemesi gereken bir mevzuydu. O yüzden sormaktan çekindi ve sadece onun sormuş olduğu soruya cevap verdi.

"Eğer bize ait kanlar olsaydı, burada olur muyduk Komiserim," dedi üzgün bir sesle.

"Ben de öyle düşünmüştüm kardeşim," dedi ve telefonu kapattı.

Necati, ondan duymuş olduğu kelimeyle yüzünde bir tebessüm oluşmasına engel olamadı ve şaşkınlıkla kapatmış olduğu telefona bakakaldı.

Necati, ebleh ebleh telefona bakarken Efken, gözünden akan bir damla yaşı sildi. Babasını, büyük annesi ve büyük babasını vahşice kaybetmişti. Annesini bir salgında kaybetmişti. Kardeşini... Kardeşini ise bu lanetlerle dolu kasabada, bu kanla bezenmiş ormanda kaybetmiş ve cesedini dahi bulamamıştı...

Giysi dolabının kapağında bulunan aynaya baktı. Kafasını sağ omuzu üzerine koydu ve alt dudağını ısırdı. Yutkundu. Sol gözünden akan bir damla yaşta takılı kaldı hareleri.

"Neden, sen yaşıyorsun ki? Neden sen, o gün evde değildin ki?" diye bağırdı ve yumruk yaptığı sağ elini vurdu aynaya.

Ayna paramparça olurken elinin boğumlarına giren cam parçalarından akan kanlara baktı. Daha sonra bir daha vurdu aynaya. Bir daha vurdu. Hırsı, öfkesi, kini her duygusu iç içe girmişti. Bağırdı hırsla.

"Neden sen hayattasın ki! Neden ailen o şerefsiz yüzünden ölmüşken kardeşin o şerefsiz yüzünden kaybolmuşken sen nasıl yaşıyorsun hâlâ! Neden geberip gitmiyorsun!"

Öfkesi dinmiyor, yüreği ateşe atılmış bir odun gibi çatırdıyordu. Kalbi bin bir parçaydı. Öfkeyle bağırdı. Diz kapakları büküldü ve yere düştü. Ellerinden akan kanlar odayı çevrelerken onun yüreği gizli kalmış acılarıyla büyük bir savaş içerisine girmişti.

〽️

Artık yaşanılanları, gizli kalmış gerçekleri kaldıramıyordu genç kadın. Yorulmuştu. Sürekli kötü sözleri yüreğiyle hissetmekten acılarını, yalanlarını sineye çekmekten artık fazlasıyla usanmıştı. Her şey artık onun bir yumruk sıkımı kadar olan yüreğine fazla geliyordu. Derin bir nefes aldı. Yüzüne mutluluk maskesini taktı ve odasının kapısını açarak oturma odasına geçti.

"Ana, ne ediyon?" diye sordu elinde bulunan bıçakla kırmızı bir sıvıyı tabağın üzerinde bulunan papatyalara damlatan anneannesine.

"Evimizi kutsuyorum guzum," dedi umursamaz ses tonuyla.

Ona doğru yürüdü ve "Ana, kanla ev mi kutsanır? Sen ne yapıyorsun Yaradan aşkına!" dedi şaşkınlıkla.

Anneannesi onu duymamazlıktan geldi ve mırıldanarak bir şeyler söylemeye başladı. Bir yandan da kanı, papatyaların üzerine damlatmaya devam ediyordu.

TARDUDonde viven las historias. Descúbrelo ahora