Sahili çok severdi. Canı sıkkın olsa da olmasa da oraya giderdi mutlaka. Yalnız da gitmezdi çoğu zaman, peşinde beni de sürüklerdi. Bu büyümeye başladığımızdan bu yana hep böyleydi.

Sahile geldiğimizde beni bir banka oturtup üç simit ve iki çay almaya gitti. Tabii çaylar Ömer'dendi. Evden çıkarken aldığım çayın son birkaç yudumu kalmıştı. Ilımaya başladığı için kafama diktim. Elinde simit ve çaylarla gelen Tolga'yı görünce hafif öne doğru giderek çayları elinden aldım. Simitlerden birini bana uzattı. "Bitecek küçük hanım," itiraz etmeme bile izin vermemişti.

Bir elimde çay, bir elimde simitle arkamı banka yaslamış denizi izliyordum. Bugün deniz çok güzeldi, hava arada bir açılıp kapanmasına rağmen iyiydi. Dalgalar kıyıya çarpıyordu ve çıkan ses çok güzeldi. Huzurla dolduruyordu içimi. Vanilya kokulu sevdiğimin kokusu gibi hissettiriyordu aynı. Ama güvende hissettirmiyordu.

Hafif esen rüzgarla öndeki iki saç tutam yana doğru savruldu. Elimle düzeltmek için kaldırdığımda Tolga'nın daha simidinden bir parça dahi yemediğini gördüm. Dudaklarındaki hafif tebessümle bana bakıyordu. Bakışlarında ise merhamet, şefkat vardı sanki.

"Tolga?" elimi gözünün önünde sallamamla irkildi. "Yesene, aç değil misin?"

"Yiyorum," dedi. "Dalmışım sadece."

Sıfatını yediğimin adamı. Ne olurdu da bana bir kere sevgi ile baksaydın? Çok mu şey istiyordum sanki. Sadece, bir kereliğe mahsus sevgi ile bakmanı.

Simidi zar zor bitirip çayımı da içtim. Allah'tan arabadan inmeden önce trençkotumu giymiştim. Yoksa çok üşüyecektim.

Trençkota daha da sarılmam Tolga'nın dikkatini çekmiş olacak ki kaldırdı beni. "Gidelim hadi," elindeki son simit yarımdı hala. "Simit?"

"Arabada yerim."

Sen bilirsin dercesine kafamı sallayıp arabaya yürüdüm. Binmemle Tolga'nın da binmesi bir oldu. Klimayı açmıştı daha fazla üşümemem için. Şaşkındım, kıyafetime bir yorumda bulunmamıştı ama birkaç dakikaya bulunurdu.

Dakikalar içinde içerisi sıcak olunca trençkotun önüne hafice araladım. "Simitten versene," anlamaz gözlerle bakınca göz devirdi. "Simitten diyorum, bir parça koparıp yedirir misin?"

Ne? Bir dakika anlık şok geliyor, okey.

Ellerimle simit yedirecektim. Kıkırdamamak için zor tuttum kendimi. "Tamam yahu, geri zekalıya anlatır gibi niye söylüyorsun."

"Bakışlarını görsen sen de öyle derdin kızıl kafa," cevap vermeden kucağıma koyduğu simidinden bir parça koparıp uzattım dudaklarına. Gözlerini yoldan ayırıp bana bakarak elimdeki parçayı yedi.

Bakışlarına kurban olduğum. Sana şu basit şeyi yaparken bile kalbimin nasıl attığını bir bilsen keşke. O zaman da arkadaş gözüyle bakabilecek misin acaba? Çıkan sakallarına elimi değdirmek istedim ama yapamadım. Bilmiyorum neyin arzusuydu, neyin isteğiydi bu.

Ara ara yedirdiğim simitle sonunda gelebilmiştik şirkete. Arabadan indikten sonra trençkotun önünü bağladım. Geniş bahçeden yan yana uyumlu bir çift edasıyla yürüdük. Bazı insanlar bize dönüp bakıyordu.

Döner kapıdan geçtikten sonra danışmaya baş selamı verip zemin katta olan asansöre bindik. Şirketin en üst katına, 36. Kata çıkarken camlı asansörden insanların neler yaptığını izliyordum. Birkaç dakika sonra asansörün bilindik sesiyle geldiğimizi anladım. Asansörden inip sağa, Tolga'nın odasına doğru döndüğümüz sırada Ferhat'la karşılaştık.

"Ooo kimleri görüyorum. Burçin Hanım," gülüyordu.

"Ooo Ferhat Bey," Ferhat'ı severdim. Pozitif bir enerjisi vardı. İnsanları güldürmeyi, onlarla uğraşmayı seven biriydi.

KAMELYA ÇİÇEĞİM - TamamlandıWhere stories live. Discover now