IV

522 27 327
                                    

“Daha iyi olduğuna emin misin?” diye ikinci kez sordu arkadaşı, konağına dönmek için toparlanırken.
İstese de istemese de dönmek durumundaydı çünkü saat cidden çok geçti, ayrıca doktoru da yalnız başına dinlenmesi gerektiğini söylemişti.

Luca da ikinci kez başını aşağı yukarı salladı evet anlamında, ateşi ve tedavi sonrası çöken bitkinliği gereği battaniyeyi iyice kendine çekip içinde büzüşürken.

“Niye bu kadar gerildin ki? İlk defa böyle bir şeye şahit olmuyorsun.”

Haklı bir soruydu bu.
Edgar onu nöbetler geçirirken, baş ağrısından yakınırken ve kusarken çok kez görmüştü. Aslına bakılırsa böyle şeylere tanıklık etmeye hiç tahammül edemeyen, kolay kolay rahatsız olabilen titiz biriydi ressam. Lâkin “mahkûm”un bu durumları onu tiksindirmekten ziyade yalnızca geriyordu.

Yanıt olarak ilk evvel boş boş baktı: botlarının ıslak, siyah bağcıklarını bağlandıktan sonra da kalkıp askılıktaki yün trençkotuna doğru ilerledi ve bir kez daha ofladı.
Stresli olduğu ne kadar bariz.

“Olsun.” dedi Edgar trençkotu kollarına geçirip düğmelerini en aşağıdan başlayarak kapattığı sırada. “Baştan sorayım diyorum, sonra gece gece musibet çıkarma başımıza.”

Buna karşılık olarak sadece güldü ve basit bir söz verdi. “Çıkarmam, çıkarmam.”

Beresini düzeltti, hâlâ kafasına takılı olan kuru gülü düşmemesi için kulağının arkasına dayadı ve tamamen hazırdı. Ona vedalaşmak için el sallayan “mahkûm”a karşılık vermek üzere elini havaya kaldırmıştı ki, gözleri hatırladığı küçük ama önemli adımla açıldı.

“İlacını içtin, değil mi?”

“Hangi ilaç?”

Ressam aldığı değişik cevapla yatağın yanındaki küçük çekmeceye doğru ilerledi; mavi kutusunun üzerindeki küçük parçacıkları eliyle süpürdükten sonra ilacı ve küçük kaşığı kavradı, o acı sıvıyı temiz kaşığın içine dökmeye başladı... Ta ki şu durumda bile gülmeye başlayan Luca doğrulup kaşığı eline almaya niyetlenene kadar.

“Edgar çocuk değilim, kendim içebilirim–”

Hiç uğraşmadan onun ellerine vermişti ilacı ve kaşığı.
Madem kendi içebileceğini söylüyordu, içsindi o zaman.

“Mahkûm” kaşığın tamamını zor da olsa doldurabilmiş ve şişeyi çekmecenin üstüne koyabilmiş, fakat ağzına götürürken elleri dayanamayıp yere düşürmüştü kaşığı. Dökülmüş ilaca bakarken Edgar sonucu baştan bildiği için elini alnına vurdu, Luca ise elini ensesine götürdü badem gözlerini kısarak.

“Ehe... İçemiyormuşum.”

Kırmızı trençkotunun cebinde ne olur ne olmaz bulundurduğu kuru peçetelerden biriyle yeri, diğeriyle kaşığı silmenin sonunda ikisini de çöpe attı ve bu defasında arkadaşının kulağını çekip öyle içirdi ilacı.

O da ilacın berbat tadıyla yüzünü buruşturmanın hemen arkasından yatağa geri yattı, Edgar'ın ilacı çekmeceye geri koyuşunu izlerken de hayıflandı.

“Bazen şu ilaçlar için aylardır dökülen paraya ciddi ciddi acıyorum.”

Yine haklı, fakat sinir bozan bir söz.
Şaşkınlıkla hasta arkadaşına döndü Edgar, dürüst olmak gerekirse hiç beklemiyordu bunu. Kısa müddette şaşkın gözbebekleri öfkeli bakışlarla yerini takas etmiş, “Parayı senden esirgeyecek kadar cimri değiliz.” diyerek sinirlenmişti ona, bozulan atkısını bir daha boynuna dolar iken.

“Hem para çok dert olan bir şey değil, biliyorsun beni.”

Gerçeği kabak gibi ortada olan, basit bir yalan.

"Our Last Dance"  -EdLuca-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin