"Tamam," dedim çantamı alıp ayağa kalkarken. Klaire'in gözleri ise bana hayır diye bağırıyordu. İnsanlar ne kadar ikimizin de birbirimizden nefret ettiğini düşünseler de, hiçbir zaman tartışmamıştık. Elbette, sürekli kaçıp yüzleşmek istemiyor oluşumuz da büyük bir etkendi ancak aynı odadayken bile ne o bana ne de o bana agresifliğe neden olacak bir şey söylerdi.

Bu yüzden şimdi benimle konuşmak istemesine şaşırmıştım.

Ormana doğru uzanan yolda yürürken ağaçlar yavaşça sarılı, turunculu renklere bürünmeye başlamışlardı. Rüzgar hala üşütmeyecek kadar sert olmasa da eteğimin pilesinin kalkıp, geri üst bacağıma çarpmasına neden oluyordu. Anastasia ise epey sakin görünüyordu. Kızgın değildi. Onu hiçbir zaman kızgın da görmemiştim zaten. Koyu kızıl saçları, aynı renkte kalın ve kalkık kaşları ile mavi gözleri dışarıdan biraz ürkütücü bir görünüm çiziyor olabilirdi. Bunun nedeni ise soğuk güzelliğiydi. Bu yüzden her zaman Marcus ile benden çok daha yakıştığını biliyordum. İkisinde de aynı, benzer auralar vardı. Uzun, ince bedenler, soğuk bakışlar ve soluk bedenler. Anastasia bu görüntüsüne rağmen, Marcus'un aksine acımasız değildi. En azından buna şahit olmamıştım. Daha çok sessiz, kendi halinde ve hırslı bir kızdı. Ne konuşkan, ne enerjik, ne de çocuksuydu. Sanki sahip olduğum tüm özelliklerin tersiydi.

"Nasılsın?"

Bana gülümseyip, nasıl olduğumu sorunca şaşırdım ancak ben de ona gülümsedim. "İyiyim. Sanırım. Sen?"

Başını çabucak sallayınca koyu kızıl saçları da önüne düştü. Tırnaklarıyla oynuyordu durmadan. "Marcus hakkında konuşmak istiyorum," dedi ama bana bakmaktan kaçınıyordu.

Bu konuşmanın geleceğini biliyordum. Anastasia sakin bir kız olabilirdi fakat Hogwarts'taki herkesten saklanan diğer kız olma olayında canına tak etmesini anlıyordum.

"Marcus'a defalarca kez bitirmek istediğimi söyledim, Anastasia. Yemin ederim aranızda durmak istemem. Yanlış olduğunun farkındayım ve sana da saygısızlık etmek istemiyorum. Ama Marcus babasından o kadar--"

"Hayır, hayır. Sukie konu bu değil. Marcus son zamanlarda tuhaf davranıyor. Kendinde değil gibi."

Eh, Marcus'u yazın pek göremediğim için son zamanlarda da nasıl davrandığına dair bir fikir üretemiyordum.

"Ne gibi?"

"Bilmiyorum-- sanki, sanki bir şeyler saklıyor. Hep gergin, öfkeli, mutsuz."

"Kulağa her zamanki Marcus gibi geliyor."

"Hayır, Sukie. Her zamankinden daha tuhaf. Bir şeylerden korkuyor. Ne ile ilgili?"

Şaşkınca Anastasia'nın suratına öylece baktım. Marcus'un karakteri her zaman için öfke ve gerginlik üstüne kurulu olduğundan farkı anlamakta zorlanıyordum. Özellikle de onu çok kısa süre zarflarında görürken. Ama onu kolay kolay korkmuş görmezdim. Bela almaya bu denli bayılan biri olduğundan kolay kolay gözü korkmazdı.

Eğer sadece göstermek istediği profil bu değilse.

"Ben... bilmiyorum. Sana anlatmıyor mu?"

"Hayır," dedi Anastasia gözlerini çam ağaçlarındaki kozalaklara çevirdi. Gözleri ile göğün rengi neredeyse aynıydı. "Marcus bana hiçbir şey anlatmaz. Pek benimle konuşmaz aslında."

Hah.

Bunu bilmiyordum işte.

Marcus'un en azından Anastasia ile vakit geçirirken konuşacağı biri olduğunu düşünüyordum. Kendi erkek arkadaşlarıyla pek duygusal bağı olmadığından emindim. Aslında Marcus'un dünya üstünde herhangi bir şeyler duygusal bir bağ kurabileceğinden şüpheliydim. Fakat Anastasia? İkisinin arasındakinin bambaşka bir hikaye olacağını düşünüyordum.

Golden Boy and Princess // Slytherin+HufflepuffWhere stories live. Discover now