1

1.6K 198 207
                                    

Yeni yılın ilk sürprizi. Yorumlarınızı bekliyorum. Sizi seviyorum.

Wiona Oak, Break My Broken Heart

Çöldeki ateş.

İki kelimeye başka hiçbir harfi görmeye gücüm yokmuş gibi baktım. Parmağımın ucunu ilk harfinden başlayıp sonuncusuna kadar gezdirdim. Çöldeki ateş tenimi yakıp kavursun diye bekledim. Gözlerimi kapattım, çölü hayal ettim. Gözlerimi açtım, çölü ayaklarımın dibine taşıyan zihnime kandım. Gözlerimi usul usul kapatıp açarken, ayaklarımın altının cayır cayır yandığını hissetmek kimine göre mucizeydi bana göre ise var oluşumun bir parçasıydı.

Oysa ayak bileklerime kadar çarpan denizin suyuydu. Sonu yokmuş gibi görünen denizin geceye bulanmış maviliğine kör olmuştum. Çölü esareti altına alan bir ateşin kokusu burnumu karıncalandırıyor, tenimi fazlasıyla ısıtıyordu. Boynumdan aşağıya doğru akan terlerin göğüslerimin arasındaki vadiye karıştığını düşünüyordum. Şimdi avucumu kaldırıp parmaklarımı boynuma sarsam terin oraya bulaştığını hissedecektim sanki.

Saatlerce burada durup ayaklarımın üşüdüğünü söylemek yerine yandıklarını iddia edebilirdim. Karşıma kim çıksa ona öyle bir haykırırdım ki, ucu bucağı olmayan denizde bir çöl ateşinin gökyüzüne dayandığını gösterebilirdim. Her şeyimi ortaya koyardım. Seyircimi ikna etmenin her yolunu denerdim ve öyle derin zahmetlere bulaşmadan oyunumu oynardım. O oyun oynadığımı unuturdu, bana üzülürdü; üzüldükçe dolan gözleri ve düğümlenen boğazıyla baş etmenin yollarını arardı. Bulamazdı. En nihayetinde çenesine kadar akıp giden yaşları elinin tersiyle siler, perde kapanırken beni coşkuyla alkışlamaktan geri durmazdı.

Sahneye tutkundum.

Olduğum yeri bile sahneye çevirmenin, orada yapacağımı yaptıktan sonra hiç kıyameti koparmamış gibi kenara çekilmenin bağımlısıydım.

Çocukluğumda rol yapmayı, o rolü yaparken nefes almayı öğrenmiştim. Mahalledeki çocukların hepsi seksek ya da saklambaç oynarken, benim tebeşirden yola çizdiğim kocaman bir sahnem vardı. Oraya çıkıp herkesin taklidini yaptıktan sonra tamamen kendi kafamdan uydurduğum bir oyunu canlandırmanın hakkından gelirdim.

Hayatımda ilk kez bir yeri çöl olarak hayal ettiğimde yedi yaşındaydım. Annem banyodaki küvete doldurduğu fotoğrafları ateşe vermişti. O fotoğraflarda babamın yüzü vardı. Ben hiç görmemiştim. Sonradan anladığımda ise görmek istemediğimi gayet iyi biliyordum.

Bembeyaz bir çarşafın üstünde eskiliğiyle gözüme çarpan fotoğraf makinesine bakıyordum. Daha önce görmediğimden zerre kadar şüphe duymadığım makineyi elime alıp almamak konusunda kararsızdım. Annem için önemli bir şeyse, ona zarar verirsem bana bağırıp çağırmazdı fakat üzüldüğünü hissederdim. Onun üzülmesini hiç istemiyordum.

Makinenin kenarında filmler vardı. Fotoğraf karelerini oradan seçemiyordum ama merak etmeyi bırakamıyordum. Çocuk ellerim önce o filmlere, sonra makineye dokundu. Bir fotoğraf makinesini canlı canlı tuttuğum ilk andı. Televizyonda denk geldiğim filmlerde görmüştüm. Annemin defalarca kez izlediği filmde de bu makinelerden gördüğüme emindim. Ellerimin arasında tuttuğumu o filmleri izlerken hayal etmek inanılmaz kolaydı.

Gözümün birini kapatıp diğerini açık tutarak makinenin bakacına dayadım. Bir filmi çeviriyormuşum gibi hissetmek ruhumun eteklerine renkli lambalardan yerleştirdi. Etrafımda döndükçe o lambaların rengi birbirine karışıyor, rengârenk görüntüye kapılıp sevinç çığlıkları atmak istiyordum.

Filmime annemi katmalıydım. Odanın her yerini yavaş yavaş dolanıp koridora çıktım. Anneme seslenirsem büyüyü bozacaktım. Her şeyden habersiz olmalıydı. Onu tüm doğallıyla yakalayıp kayda almalıydım. Makine çekim yapmıyordu ama zihnimin çarkları öyle bir dönüyordu ki, hiçbir kameranın algılayamayacağı detayları sünger gibi içine çekiyordu. Görüntülerin tamamı berrak bir suydu. Zihnimin çarkları ise kaliteli bir maddeden yapılmış süngerdi. Daha fazlası almaz diye düşündükçe daha fazlasıyla tanıştığımı hissediyordum.

KuyuWhere stories live. Discover now