‘’Gece gece rüyanda görmediğine göre…’’ dedi Nursel oldukça normal bir yaklaşımla. ‘’Karakolda mısın? Yine birilerini mi dövdün?’’

Kadının sözleriyle gözleri yine yere kilitlenmişken ‘’yok…’’ dedi. Sesi oldukça katı, ruhsuz çıkarken kendi içinde o kadar çıkmazdaydı ki. Ağzı aralandı ama o kelime çıkmadı. Dudakları belli belirsiz titredi. Birkaç saniye duraksadıktan sonra yağmurun şiddetini arttırmasıyla tokat yemiş gibi olmuş, vakit kaybettiğini bir kez daha anlayarak ‘’öldürdüm.’’ Dedi.

Yağmurdan sırılsıklam olmuş bedeni titremiyordu bile. Tüm bedenini ele geçirmiş düşünceler en derinlere indikçe içinde ki yangın yüzeye çıkıyordu sanki.

‘’Saç-‘’ Kadının şaşkınlığı ifade eden ses tonuyla ‘’Nursel..’’ diyerek sözünü kesti ve ölümcül bir sakinlikle yerde yatan adama doğru yürüdüğünde ‘’vaktim yok..’’ dedi. İri yapılı 40 yaşlarında adam tam olarak alnının ortasından vurulmuş, o sarsılmaz duran bedeninin aksine kıpırdamadan yatıyordu. Dudakları morarmış, gecenin karanlığında bile parlayan bembeyaz bir tene bürünmüştü. Bir süre baktıktan sonra ifadesiz yüzüyle ‘’Birazdan tutuklanacağım ve senin beni bu durumdan kurtarman gerek.’’ Dedi.

Aklına gelen kadınla kalbi huzursuzlukla tekledi ve bu huzursuzluk iliklerine işleyip, ruhunu bir hiçliğe çevirdi… Başka türlüsü mümkün dahi değildi.

Siren sesleri muhakkak kadına da ulaşıyordu. Olayın ciddiyetini fark ettiğinde tüm soğukkanlılığıyla ‘’Neredesin?’’ diye sordu.

‘’Riva..’’ dedi hiç düşünmeden. ‘’Ali Bahadır Köyü yolu. Issız bir yer, mobese yok…’’

Sessizlik sürünce ve sesler yaklaştıkça ‘’Bana bir şey söyle..’’ diye bağırdı adam.

‘’Tamam…’’ dedi Nursel onunla aynı tona çıkarak. ‘’Tamam, sol taraftan akünün kapağını aç ve içindeki yeşil kabloyu çakmakla yak…’’

Kadının sözlerinden sonra hızla arkasını dönüp arabaya doğru ilerledi. Tam telefonunu kapatacakken ‘’Çakır…’’ dedi kadın. ‘’Ben gelmeden tek kelime bile etme…’’

Kaputu açarken ‘’Etmem…’’ dedi sert bir dille. Sıkıntılı nefesi dudakları arasında serbest kaldığında emir verircesine konuştu. ‘’Beni bu beladan kurtaracaksın.’’

Telefonu kapatıp cebine attıktan sonra hızla akünün yeşil kablosuna erişti. Cebinden çıkardığı çakmağın cılız alevi güçlü rüzgâra dirense de kabloyu yaktı. Nabzının atışı kulaklarını çınlatıyordu ve bu his kanına karışarak dengesini bozuyordu. Ellerini kaputa dayadı ve aklında ki düşüncelere bir düğüm daha atarken ciğerlerini yakan soğuğa aldırış etmeden sıkıntıyla soludu. Kurtulması lazımdı. O Çakır Seyhanlı’ydı. Muhakkak bir yolunu bulurdu. Gözleri kısa bir an kapanıp açıldığında başını eğmiş ve gördüğü görüntüyle zihninin kontrolünü kaybedecek gibi olmuştu.

Zifiri karanlıkta, titrek araba lambasının aydınlattığı cesetten sızan kanlar yağmurla birlikte ayaklarının altına kadar süzülmüştü. Burnundan süzülen yağmur damlası o ürkütücü görüntüye karıştı. Bu ölümdü, ölümün kokusuydu, ölümün görüntüsü, onun rengiydi... Cesetten sızan kanlar her yeri sarmış, gerçekliği tüm damarlarını sızlamıştı. Karanlık zeminde katran karası gözüken kan birikintisi akıp giderken yavaşça kafasını geri doğru çevirdiğinde bir kez daha idrak etti. Bu gece bir cinayet işlenmiş, laneti herkese bulaşmıştı.

Lahza(Kitap Oldu)Where stories live. Discover now