BÖLÜM 1

567 73 269
                                    

Yorum Yapmazsanız Luhan'ı elerim.


Ciğerlerim yanıyordu.

Şu an için durumuma en uygun cümle buydu ve bu öylesine söylenmiş bir cümle değildi. Benim sahiden ciğerlerim biraz sonra alev topuna dönecekmiş gibi yanıyordu. Hava soğuktu evet, hatta ilk uyandığımda kar yağdığını görmüştüm ama şu an kar yağmıyordu. Yine de normal zamanda olsak tir tir titreyeceğim soğuğun altında, terden sırılsıklam olmuş tişörtümle, çimlerin üstünde uzanıyordum.

Biraz nefes alabilmek için, en azından aldığım nefesi hissedebilmek için şu an her şeyimi vermeye razıydım. Gözlerim kapalıydı ve duyduğum tek şey başımızda bağıran Sehun'du.

"Koş!" diye bağırıyordu askerlerden birisine. "Yirmi saniye içinde parkuru tamamlayıp dönmezsen eleneceksin, koş!"

İşte elemek ve elenmek bu kadar kolaydı. En korkunçu ise hataya asla yer yoktu.

"Düşman size zaman tanımaz!" diye seslendi Sehun biraz uzağımızdan. Gözlerimi açtım, ellerimi çimlere yasladım ve uzandığım yerden doğruldum. Ayaklarımın üstünde kalkıp öne eğilirken ellerimi dizlerime yaslamıştım nefes nefese. "Onlar size dinlenme şansı vermez!... On saniye!"

Başımı kaldırdım, hedefe yaklaşan askerden dolaştırdım gözlerimi. Az kalmıştı, biraz daha hıza ihtiyacı vardı sadece. Gözlerimi bu sefer Sehun'a çevirdim ve gözlerim doğrudan gözlerine çarptı. Nedense birkaç saniyedir bakıyormuş gibi hissetmiştim ama o göz göze geldiğimiz an bakışlarını çekmişti.

Yanında bir başka komutan'la beraber atlama engellerinden birisinde oturuyordu. Elinde, termosuna koyduğu çayı vardı. Aslına bakarsak, bir yudum alabilmek için de her şeyimi verirdim.

En nihayetinde hedefe ulaşan asker, çizgiyi geçer geçmez kendini yere attı, bir kez yuvarlandı ve nefes nefese sırt üstü durdu. İster istemez az önceki halim gelmişti gözlerimin önüne. Ciğerlerinin nasıl alev attığını şimdi daha iyi anlıyordum.

Sehun kalçasını yasladığı engelden kalktı ve termosuyla beraber olduğumuz yöne ilerledi. Yerde yatan askerin başına geçtikten sonra ona üstten bir bakış yolladı ve, "Yirmi bir saniye." dedi sessizce. "Elendin."

Gözlerimi sımsıkı kapatıp bakışlarımı yere çevirdim. Bugün elenen üçüncü kişiydi ve bu sadece bizim olduğumuz kısımda böyleydi. İki yüz asker sabah şafak saatinde ayrı ayrı gruplara bölünmüştü ve diğer taraflarda kaç kişinin elendiğini bilmiyordum bile.

"Yirmi saniyede mümkün değil." diye fısıldadığını duydum yerdeki askerin.

O sırada, "Luhan koş." dedi Sehun yüksek sesle ve bu anında harekete geçmeme neden oldu. "On beş saniyen var,  parkuru tamamlamazsan eleneceksin, koş!"

Sıkı bir eğitimden geçiyorduk. Acıma yoktu, his yoktu. Sadece ama sadece disiplin vardı. Yapamam değil yapmalıyım demek gerekiyordu çünkü yapamam kelimesi buraya aykırıydı. Yapmak zorundaydık.

Sehun hâlâ eleneceğimle ilgili bir şeyler bağırırken parkuru geri döndüm ve bu sefer geldiğim yöne koşmaya başladım. Benim bu durumda tek artım abimin beni zorlada olsa sabah koşularına çıkartmasıydı.

"Beş!" diye bağırdı Sehun. "Dört!"

Sanki mümkünmüş gibi biraz daha hızlandım. "Üç!"

Sadece bayrağa odaklandım ve Sehun, "İki!" dediği an kendimi çizginin dışına atmayı başardım. Yere sürten avuçlarımda çizikler meydana gelirken sızıyı umursamadan sırt üstü döndüm ve hızla yükselen göğsümü sakinleştirmeye çalıştım. Saatlerdir bu durumdaydık belki de.

Reason To Live / HunHanWhere stories live. Discover now