Yan Karakter -24-

Start from the beginning
                                    

Öyleydi ya, korkuyordum ona kapılmaktan. Ama bu normal korkulara benzemiyordu. Kontrol edemeyeceğim hislere kapılacağım diye ödüm kopuyordu. Yine de kaçamıyordum ondan, uzaklaşamıyordum. Nasıl bir lanetti bu?

Sonunda tehlike geçtiğinde elimi Duru'nun gözlerinden çektim ama o geri çekilmemişti. Çok da istiyordum ya benden uzaklaşmasını... Kalbimin atışlarına aldırmadan birlikte hastanenin dışına çıktığımızda temiz hava ciğerlerime dolmuştu. Ellerimi Duru'nun omzundan çektim ve karşısına geçtim.

"Şimdi, ne olduğunu anlatabilecek misin?"

"Birden düştü, anlamadım." diye mırıldandı ilk başta. Bakışları uzağa dalmıştı, şu an benimle konuşuyor olabilirdi ama kafa olarak çok ayrı bir yerdeydi. "Düştü yani, pat diye düştü. Ne oldu anlamadım ki. Nasıl düştü, ne zaman düştü anlamadım. Her şey birden oldu."

Tekrara düşen cümleleriyle kendisinde olmadığını anladığımda dışarıya derin bir nefes vermiş, Duru'ya doğru bir adım atmıştım. Yüzünü avuçlayıp yüzlerimizi hizalamak için biraz eğildim.

"Duru, bak bana." 

Bakmamıştı, hâlâ az önce söylediklerine benzer cümleler söylemeye devam ediyordu. Bakışlarım durmadan aynı şeyleri tekrarlayan dudaklarına indi. Ona bir şok yaşatmam belki de buraya dönmesi için gerekli olan tek şeydi. 

Mantıksız tarafım 'öp şu kızı' diyordu. Ve mantıksız tarafım epey güzel saçmalıyordu, Duru hiç bu kadar öpülesi gelmemişti bana. 

Ama bunu yapamayacağımı biliyordum.

"Duru, beni dinle." deyip omuzlarımı çökerttim ve gözlerimi kapatıp alnımı onun alnına yasladım. Yorgundum, yorgundu. O yüzden ikimiz de bir şeyleri sorgulayacak durumda değildik. İçimden geçenleri dinliyor, yapabileceklerimi yapıyordum. 

"Ablan iyi durumda, tansiyonu düşmüş sadece. Sizin dışarıya çıkacağınız zamana denk gelmiş. Şimdi gayet iyi, daha da iyi olacak. Gün gelecek seninle konuşmaya başlayacak. Tek yapman gereken şey pes etmemek, anladın mı beni?"

Duru'ya yaşatmak istediğim şok işe yaramış olmalıydı çünkü yüzlerimizin yakınlığının onu şu an bulunduğu yere getirdiği belliydi. Elleri yanaklarındaki ellerimin bileklerine sarıldığında onları indireceğini düşündüğüm için çekmeye çalıştım. Ama Duru, bileklerimi daha sıkı kavramıştı. Derin bir nefes aldığını duydum, çok geçmeden konuşmuştu.

"Anladım." dediğinde ikimiz de az önceki yoğunluktan dolayı şaşkındık. Aynı anda geri çekildik, birbirimizin gözlerine anlamazca baktık. İlk bakışlarını kaçıran ben olmuştum. Niyetim bu olmasa da kendimi ondan faydalanıyor gibi hissetmiştim, bu çok kötü bir durumdu.

"Sen nasıl geldin?"

"Tolga aradı beni. Sizi hastaneye o getirmiş."

"Evet." diye mırıldandı beni onaylarcasına. Tekrar yüzüne bakmaya cesaret ettiğimde gözlerine dolan yaşları geri itmek için büyük çaba sarf ediyordu.

"Ablan için endişelenmen utanılacak bir şey değil. Rahatlıkla ağlayabilirsin."

Bunu dememi bekliyormuş gibi ilk gözyaşı yanağına doğru süzülürken ağladığı için yeşile çalan ela gözleri gözlerimi buldu. "Ne yapacağımı bilemedim, Ulaş. Çok korktum. Ya ablamın başına bir şey gelseydi? Ya daha kötüsü olsaydı? Dondum kaldım o an, başına bir şey gelse tek başıma onunla ilgilenecek durumda değildim."

"O anda soğukkanlılığını koruyamamak senin suçun değil ki. Ablan o senin, korkudan ne yapacağını bilememen çok normal. Hem kötü bir şey de olmadı, bak Tolga koşmuş yardımınıza. Bir kere böyle oldu diye hep böyle olacak değil ya. Bu düşüncelerle sıkma canını."

"Nasıl sıkmayayım canımı Ulaş? Kırk yılın başı dışarıya çıkarmıştım onu, o kadar hevesliydim ki..."

"İyileşince yine çıkarırsın, bu sefer tedbir olsun diye ben de olurum yanında."

Duru, burukça gülümsedi ve arkasını dönerek boş banka oturdu. Yanına geçip oturduğumda yüzündeki umutsuzluk yüreğimi yaralıyordu. Derin bir nefes alıp konuşmaya devam ettim. "Hemen vaz mı geçeceksin ablanı hayata döndürme kararından? Bu kadar kolay mı senin için?"

"Sadece bir şeyin kolay olmasını istiyorum. Nereye elimi atsam bir problem çıkıyor ve ben bunlarla baş edemiyorum artık." Omuzlarını silkti. "Belki de vazgeçmeliyim. Belki de ablamın gözüne hiç gözükmemeliyim. Çünkü geriye dönüp baktığında o kazanın dolaylı yoldan sorumlusu benim. Belki bunca yıldır konuşmamasının sebebi sürekli benimle aynı ortamda bulunmasıdır. O da susarak tepki veriyordur."

"Vazgeçeceksin yani?"

"Benim için pes etmek, vazgeçmek çok kolay şeyler. Bir şeylerin uğruna savaşacak gücüm yok."

"Vazgeçemediğin hiçbir şey olmadı mı şu ana dek? O şey için savaşmadın mı hiç?"

Duru'nun buruk tebessümü büyürken gözleri tekrardan sulanmıştı. "Boncuklarım vardı." dedi titreyen sesiyle. Cümlesinde kötü olan herhangi bir şey olmasa da öyle bir ses tonuyla söylemişti ki bunu içim acımıştı.

"Çok güzel boncuklarım vardı hem de. Çok severdim onları, nereye gitsem peşimde taşırdım. Cam bir kavanozun içinde dururdu. Asla yanımdan ayırmazdım. Annem uyarırdı tabii, düşüreceksin boncuklarını derdi bana. Dinlemezdim onu." Duru, başını hafifçe sağa doğru eğmiş, konuşmaya devam etmişti.

"Artık annem çok dile getirdiği için mi bilmiyorum, başıma gelmesinden korktuğum şey oldu bir gün. Sokakta yürürken boncuklarımın olduğu kavanoz yere düştü, boncuklarım her yere saçıldı. Çok ağladım orada boncuklarımı geri almak için. Hepsini toplamaya, orada saatlerimi harcamaya razıydım. Ama annem izin vermedi. Hem kırılan kavanoza yaklaşıp elimi kesmemi istemedi hem de o kadar vaktimiz yoktu."

Olağan bir çocukluk anısının onda açtığı izleri net bir şekilde görebildiğim için mi yoksa Duru'nun sesinin titremesine kıyamadığım için mi bilmiyordum, anlattıklarından fazlasıyla etkilenmiştim. Duru, başını yere eğip dışarıya derin bir nefes verdi.

"O gün boncuklarım için savaşmadım, onlardan vazgeçtim. O günden sonra hiçbir şey için savaşma gücüm olmadı, olduğu gibi bıraktım. Vazgeçtim."

"Boncukların için üzgünüm." diye mırıldandığımda bakışlarını bana çevirmişti. Bankta ona biraz daha yaklaşıp hafifçe eğildim. "Ama kendinde bu gücü bulmanın tam sırası olduğunu düşünüyorum. Savaşacak gücün olmadığını istediğin kadar söyle, ben o gücü sende görüyorum."

Aramızdaki sessiz bakışma uzarken biraz uzağımızdan gelen sesle başımızı oraya çevirmiştik. Tolga, onu fark ettiğimizde bize doğru bir adım atıp Duru'ya yönelik konuştu.

"Böldüğüm için üzgünüm ama ablan uyandı."

Duru, hızlıca ayağa kalktığında Tolga, konuşmaya devam etmişti. "Ben girdim yanına, iyi olduğunu söyledi."

"Söyledi?"

Tolga, yanlış bir şey söylediğini düşünürken Duru, şaşkınca konuşmaya devam ediyordu. "Sana 'iyiyim' mi dedi? Konuştu mu yani?"

"Evet? Niye ki?"

"Benim ablam üç senedir konuşmuyor." dedi Duru sesindeki sevinci ve şaşkınlığı hareketlerine de yansıtırken. Ardından koşarak hastaneden içeriye girmişti. Onun peşinden gireceğim sırada Tolga'nın göğsüme koyduğu eliyle bakışlarımı ona çevirmiştim.

"Yaptıkların için teşekkürler, şimdi gidebilirsin."

"Söylemek istediğim bir şey var."

Kaşlarımı çatarak Tolga'ya bakmaya devam ederken yüzünde rahatsız bir ifade vardı. Yutkunmanın ardından konuştu.

"Selenay'ın tansiyonunun düşmesi benim uydurduğum bir bahaneydi, aslında düşmesinin sebebinin bu olduğunu düşünmüyorum."

"Ne demek istiyorsun?"

"Bence Deniz'in ablası, Selenay... Kendini o sandalyeden bilerek attı."

İyi günler 'gü'lerim! ♥ 

YAN KARAKTER | TextingWhere stories live. Discover now