Bölüm 3- "II. Hırbo Vakası"

595 20 6
                                    

Merhaba sevgili okuyucularım. (Yazar burada büyük kitleler tarafından okunuyormuş gibi davranıyor). Neyse, öncelikle bilmenizi isterim ki size bundan sonra "hırbolarım" diyeceğim. Hırbolarım, eğer sadık bir okuyucuysanız -ki değilsiniz herhalde- fark etmişsinizdir ki, kızımızın hala bir adı yok. Kimliksiz yavrucak. Neyse  hem isim, hem de görünüşü hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum. İyi okumalar!

  Hepimiz insanız, yani hepimizin bir sohbette konuyu anlamadığımız, olayın başını veya sonunu kaçırdığımız, 3 evlatla sokağa atılmış gibi hissettiğimiz anlar vardır. İşte böyle anları, Hande'yle konuşurken yaşamak imkansızdı. Çünkü kızın anlattığı şeyleri yakalayamıyorsunuz ki kaçırasınız!

 Herkesin öyle arkadaşları vardır mutlaka ama bu kadar da olmaz yani. Kız bir dakika önce duygusala bağlayıp toplum içinde efkarlı şarkılar açıp yüksek sesle dinleyecek haldeydi, şimdi Cem Yılmaz'a döndü şerefsizim, "bu toplumun derdi ne?" gibisinden espri yapıyor.

 Sen toplumu moplumu bırak da senin derdin ne bacım? Ne yaşadın da bu hale geldin sen? Ne yaptılar sana? Cem Yılmaz kıyafeti giydirip sahneye mi koydular ne oldu?

 "Neyse işte, Mehmet'le çıkıyorduk, ben evliliğe doğru gidiyoruz sanırken..."

 YUH, ÇÜŞ, OHA, DEVE. Sen daha demin Ömer için adaklar adayıp, mumlar yakmıyor muydun? Ömer birden Mehmet mi oldu? Ömer, Mehmet'se ben kimim? gibi saçma sapan düşünceler için girdiğimde duruma el koyma vaktinin geldiğini anlayıp tepki verdim.

 "Yuh, oha,çüş deve Hande! N'aptın kızım sen? Yavaş gel bi."

 "N'oldu ki ya?"

  Ne mi oldu? NE Mİ OLDU? Anan oldu Hande. Anan. Ben elalemin hırbolarıya uğraşırken sen -nereden buluyorsan- İstanbul'un biz normallerin yılda ancak bir iki kez karşılaşabildiği ender bulunan, nazik, yakışıklı, duyarlı adamların kalbini kırıp kırıp onları saf odunlara dönüştürüyorsun. Geberirsin inşallah, Hande. İnşallah Mehmet'le Ömer bir olup danaya girercesine sana girerler Hande. Bir git, Hande. Öl, Hande.

 "Yok bir şey ya. Anlatmaya devam et sen. Sonra ne oldu Mehmet'le?"

 "Ne Mehmet'i kızım, Veli'yi anlatıyordum ben en son. Neyse işte, ben bunu abisiyle basınca ayrıldık. Sonra bir de Mustafa vardı..."

 Kız kız değil ayaklı Müge Anlı katalogu. Allah'tan yılların tecrübesiyle "anlamış numarası" yapabiliyorum da çakmıyor salak.

...

"Hiç gerek yok diyorum sana Hande."

"Nasıl gerek yok ya? Başımıza erkek fatma olup çıkacak mısın sen?"

"Ne erkek fatması ya? Adım Fatma değil bir kere benim."

Hande bana birkaç saniye uzaylı görmüş gibi baktıktan sonra başını "nereden çattım ben bu manyağa, niye arkadaşız biz" dercesine salladı ve gördüğü ilk şeker kız havasındaki dükkana girdi, peşinden de beni sürükledi elbette. 

 Aslında ben de aynı şeyleri düşünmüyor değildim. Niye arkadaştık lan biz? Yılların alışkanlığı herhalde, Hande ile ortaokuldan beri samimiyiz. Ama niye gelip de birbirimizi bulduk? Onu ben de bilmiyordum işte. 

 Hande küçükken de böyleydi: Güzel, çekici, erkek meraklısı, boş kafalı... Bense... bendim işte. Bu çok derin (!) düşünceler içindeyken birden kafamı sert bir yüzeye çarpmamla ayıldım. Çok hoş, çok. Bir kolona kafamı geçirmeyi ve dolayısıyla zaten kullanmakta güçlük çektiğim nöronlarımın bir kısmını daha öldürmeyi başarmıştım.  

 Oflamakla meşgulken Hande hanımımız yanına gelmemi emretti.

"Kızım ya, SANA alışveriş yapıyoruz. Biraz ilgili olmayı denesen?"

 "Denerim annecim, tamam." dedim ve dil çıkardım.

 "Çocuklaşma." dediği gibi reyonların arasında gözden kayboldu.

Hah buyurun, buradan yakın. Rolüne kaptırmıştı yine, 40 yıllık Hande, olmuştu 50 yıllık anne. Sanırım birbirimizi bulmamızın nedeni buydu. Onun da benim gibi minimum düzeyde çoklu kişilik bozukluğu vardı. Ha, ayrıca birde şu zıt kutuplar birbirini çeker teorisi vardı ama ben benimkini daha çok seviyordum.

 Belki de bende şizofreni başlangıcı da vardı. Kendi kendin konuşmalar, hayatı kitap tadında yaşamalar falan. Hiç normal duyulmuyor vallaha. 

....

 Elimde içindekilerin niteliğini yansıtırcasına pespembe torbalarla İstinye'nin yine zar zor yer bulduğum otoparkına girdim ve arabamı aramaya başladım. O kadar çok siyah araba vardı ki, benimkini seçebilmek imkansızdı. İşe yarayacağını bilsem, "Gel pisi pisi." diye bağıracağım o derece. 

"Pardon arabamı gördünüz mü?" diye sordum rastgele birini dürtüp. Bugün bana atılan ikinci "nereden çattım ben bu manyağa" bakışı da, bu rastgele adamdan geliyordu. "Nereden bileyim ben sizin arabanızın nerede olduğunu hanımefendi?" dedi önce, sonraysa ellerindeki mobilya mağazalarının logosunu taşıyan zilyon tane torbayı kenara bırakıp yardımseverliğini kanıtlamak istercesine "Nasıl bir şeydi?" diye sordu. 

 "Siyah bir Mercedes." dedim kendi arabamı bile tanımlayamamanın ezikliğiyle. 

"Anladım." dedi "salak kadın" bakışı atıp.

Sana kalmıştım sanki ben evrimleşememiş maymun seni.

Pislik. 

Kimi ezikliyorsun lan sen? Ezik miyim ben?

Eh, belki biraz.

Bir Yalnızın AnılarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin