Bölüm 2- Ben ft. Trakyalı Kemalettin

611 20 6
                                    

Hırbodan sipariş ettiğim malzemelerle "önce tost yapılması tasarlanmış, ancak beceriksizliğim hesaba katıldığında soğuk sandviçliğe yatay geçiş yapmış olan" bir soğuk sandviç yaptım ve ayda bir beslenen bir aygır misali yedim. Daha sonra ise, karnı doymuş her geleneksel Türk insanının yapacağı gibi, kıçımı koltuğa yaydım ve televizyonu açıp ışık hızıyla zaplamaya başladım.

 Sonunda babaannelerin kaynlara tecavüz etmesinin sıradan bir olay haline geldiği, belkemiğini önce basit bir kaçırılma vakası olarak başlayıp şok itiraflarla "kimin eli kimin cebinde"ye dönen olayların oluşturduğu Müge Anlı çakması bir programı açmış izlemeye başladım. Tam programın başından beri koltukta kendini paralayan, ağlayıp sızlayan kızın görümcesini yanında gözleri buğulu bir fotoğrafla programa bağlamışlardı ki, telefonum çaldı.

 "Ne var Hande, ne var?" diye açtım telefonu. Odundan bozma arkadaşım, pardon kardeşim -kendine böyle hitap edilmesini severdi- Hande, aylardır çaldırmadığı telefonumu, birden çaldırmaya karar vermişti ki bu şu üçünden birinin patlak verdiğini kanıtlardı:

A) Sonunda evlenmeye karar vermişti ve kendi haber vermeden davetiye göndermenin onun gibi bir odun bozması için bile çok kaba olduğunu farkındaydı.

B) Bütün parasını İtalya/Fransa'da -Hande bu iki ülkenin adını kullanıyorsa anlamalıydınız ki, bu iki ülkeyi kast etmiyordu-  çaldırmıştı ve para istiyordu. 

C) Canı sıkılmıştı.

 "Canım sıkıldı ya benim." Klasik bir Hande Kaya hareketi. 

  Ve eğer şimdi "Nerelerdeydin?" diye sorarsam, biliyordum ki Aşk-ı Memnu'nun iki yıllık senaryosundan uzun, içinde bol atraksiyon, 47957035 erkek, bir dayak, üç silah -paylaşılamayan kadın olmayı severdi- ve yedi maymun barındıran bir hikaye anlatacak ve şu görümcenin şok açıklamasını tamamen kaçırmama neden olacaktı.

 "Peki benim ne yapmam gerekiyor?" dedim tek kaşımı havaya kaldırıp.

 "Mesela bir saat içinde benimle İstinye'de buluşabilirsin?" diye önerdi şu yavru köpek sesi ile. 

 "Ya? Peki benim çıkarım ne olacak?" Odun bozmalarıyla arkadaş olmanın ilk kuralı: Siz de bir odun bozması olmalısınız. 

 "Alooo? Benimle buluşmak diyorum sana! Kaç şanslının eline geçiyor bu fırsat?"

 "Egosit manyak. İyi tamam, tamam kapat. Görüşürüz." dedim ve görümcenin şok açıklaması başlarken telefonu kanepeye bıraktım. 

 "Her şey kaynımın kuzeninin dayısının kızının beni aramasıyla başladı..."

...

 Salak Hande, mal Hande, gerzek Hande. Sen neyin kafasındasın da "bir saat içinde İstinye" diyebiliyorsun? Özel uçağın mı var senin? Hadi seni geçtim, karşındakini, beni hiç mi düşünmüyorsun? Nasıl bir hayal gücü bu? Ben senin yüzünden 20 yıllık taksici Kemalettin Amca'ya dönüşmek zorunda mıyım? Hı? Nah sana İstinye bir saatte. 

 Öyle bir taksiciye dönüşmüştüm ki, yalnızca dikiz aynama asacağım saçma sapan oyuncaklar eksikti. "Senin gibi otobüsün Allah belasını versin!", "E ama sen salaksın, ben ne yapayım? Öyle manevra yapılır mı be kardeşim?" gibi cümleler, ağzımdan eksik olmuyordu. Yaratıcılığıma sağlık. 

 Bir de Hande'nin tacizlerini çekiyordum. Dakikada bir "Neredesin kızım ya?" "Kızım neredesin ya?" "Ya kızım neredesin?" gibi, yaratıcılıktan yoksun, tekdüze mesajlarıyla her daim yanımdaydı, hiç yalnız hissetmiyordu maşallah. 

 Yani tamam, evden çıkmam bir buçuk saat sürmüş olabilir ama kaç yıllık arkadaşını tanımaz mı bir insan? Tek kuralım vardır, "Bir saat dediysem üç saatten önce gelemem.". Bunu da bilmiyorsan kendine arkadaşım deme hakkını sana vermiyorum! Ve yine içimdeki taksici dile gelerek, "Ehliyetini kasaptan mı aldın be ya?" diye bağırdı. Üstüne üstlük bir de Trakyalı çıkmıştı Kemalettin Amca, inanır mısın?

Bir Yalnızın AnılarıWhere stories live. Discover now