Where You Belong

120 15 14
                                    

Hani bazen içinizde bir duygu olur. Başka yerlere ait olan bir duygu. Belki de bir boşluk... Onun ait olduğu yeri bulmak için can atarsınız. Kendi ait olduğunuz yeri belki de. Benim için bu sıcak-soğuk oyununa dönmüştü. Ve ben artık güneşin dibindeymiş gibi hissediyordum.

Etraf rutubet kokuyordu. Ama zemin yumuşaktı. Elimde Jace'in elini hissettiğim anda gözlerimi açtım. Kahretsin! Bu lanet bir şaka mıydı? Jace ise hala gözlerini sıkıca kapamış, anladığım kadarıyla yanağının içini ısırıyordu. Onu dürtükleyip "Gözlerini açabilirsin cesur adam, hala odamdayız." dedim. İlk baş tek gözünü sonra yavaşça diğerini açtı ve tuttuğu nefesini saldı. 

"Hey, bu kötü bir şaka mı? Eğer öyleyse ilk baş seni döver sonra da o perde gibi şeyi nasıl yaptığını öğrenirim. Çünkü cidden iyiydi."

"Birincisi, beni dövemezsin, ben seni döverim. İkincisi ise hayır şaka değil ve neler döndüğünü ben de anlayamıyorum." 

"O zaman neden hala senin odan--"

"Burası... Burası sanırsam benim odam değil Jace." Evet, fark etmem biraz uzun sürmüştü ama burası benim odam değildi. Mobilyalar benzer olsa da renkleri daha cansız ve koyuydu. Ayrıca benim odam rutubet değil vanilyalı oda parfümü kokuyordu. Ama onun dışında her şey yerli yerindeydi. Ayna bile...

Bunları Jace'e de anlattım.

"O zaman senin odanın aynısından düzenleyecek kadar özenti olan bir hayranının odasında mıyız? Tanrım, neler saçmalıyorum!"

"Bence bu odadan çıkıp dışarı bir göz atmalıyız. Belki bu evde yaşayanlar bize neler olduğunu anlatabilir." Hemfikir olduğumuza kanaat getirdiğimde yavaşça kapıdan çıktım. Ama Jace hemen önüme geçti ve "Dikkatli ol." diye fısıldadı. Tanrım, şu erkekler ve korumacı tavırları yok mu!

Ev Reynolds Malikanesi'yle büyük benzerlik gösteriyordu. Yalnızca biraz daha eskiydi. Duvardaki boyalar yer yer çıkmıştı ve kesinlikle bakıma ihtiyacı vardı. Cilalanmamış ve gıcırdayan merdivenlerden inerken içimdeki korkuyu bastıramıyordum. Buraya nasıl gelmiştik? Neden içimdeki boşluk bir anda yok olmuştu? Aynanın görevi neydi? Ve en önemlisi burası neresiydi?

Aşağı indiğimizde kapısı aralık bir odadan sesler geliyordu. Jace eliyle bana sus işareti yapıp kapıya yaklaştı. Ben de takip ettim. İçeriden bir erkek sesi geliyordu. Sonra bir kız konuşmaya başladı. Arada bir konuşan bir kız ve bir erkek daha vardı. Sonra ayak sesleri duyulmaya başladı. Birisi dışarı çıkacaktı. Jace'i çekip arkama attım ve tam koşmaya başlayacağımız anda birisi dışarı çıktı.

"Hey, siz! Ne işiniz var burada? Durun!" Ama biz çoktan arka kapıdan çıkıp sokakta tabanları yağlamıştık bile. Arkamdan koştuğunu ve sadece 3-4 adım ötemde olduğunu hissediyordum. Eski, tek katlı -bazıları çiftti ama çok büyük değildi-, tahtadan yapılmış kulübeleri geçerek taştan yapılma dar yoldan ilerliyorduk. Tam köşeyi döndüğümde omzumda bir el hissettim ve geriye çekildim. Jace'e var gücümle seslendim ama o da 3-4 metre ötemde yere yapışmış halde yatıyordu. Nereye gideceğimizi bilmeden deli danalar gibi koşarsak sonucu bu olurdu tabi.

Beni omzumdan geri çekip yüzümü döndürdü. Ve aynı anda beni sıkıca kavrayan eli gevşedi. "River?"

Gözlerimi sertçe dikip hatları çok keskin olmayan ince ve hafif uzun yüzüne baktım. Gözleri güneş gibi parlıyordu sanki ve dudakları kıpkırmızıydı. Sütlü çikolataya benzeyen saçları karışık ve hafif dalgalıydı. Bu görüntünün etkisinden kurtulup "Bırak beni! River falan değilim ben!" diye bağırdım. 

Hala bana şaşırmış ve biraz da ebdişeli şekilde bakıyordu. Alnı kırıştı ve beni tuttuğu gibi kaldırdı. İlk başta biraz debelensem de sonuçta en az Jace kadar yapılıydı. Elinden kaçmayı başarsam bile Jace'i kurtarmam çok zordu ve o olmadan hiçbir yere gitmezdim. Jace de benim gibi düşünüyor olmalıydı ki iki kızın arasından kolayca kaçabilecekken arkamızdan geliyorlardı. 

Ona baktım. Gözleri endişeliydi. Kendisi için değil, benim için. 

Bizi tekrar o eve soktular ve bodruma indirip bağladılar. Hepsinin gözleri beni tanıyormuş gibi bakıyordu.Kızlardan biri benim gibi ince -ince dediğime bakmayın 57 kilo falandım- ve uzundu. Saçları koyu kahve ve dalgalıydı. Koyu mavi gözleri nefretle bakıyordu. Belinde taşıdığı kılıcı gördüğüm an irkildim.

İkinci kız benden bir iki yaş daha küçüktü ama bakışları olgundu. Saçları Jace'in saçları gibi kumral ama birazcık daha açıktı. Gözleri benimkilerle aynı renkti. Suratı benimki gibi ince ve uzundu. O da belinde küçük bir bıçak taşıyordu. 

Diğer çocuksa bizim yaşlarımızdaydı ama kesinlikle Jace ve diğerinden kısa, bendense 5-6 cm uzundu. Siyahımsı saçları ve derin bakan açık mavi gözleri vardı. İçlerinde en umutlu olan oydu sanırsam. Neyin umudu olduğunu bilmesem de. 

Beni yakalayan "Siz Bruster'a haber verin. Bizi yalnız bırakın." dedi ve diğerleri dışarı çıktı. Mavi gözlü kızın bakışları ben korkutmuştu. Onlar için neden bu kadar tehlikeliydik? Ve onlar kimdi?

"Bakın, bu işi zora sürüklemek istemiyorum. Kim olduğunuzu ve kimin için çalıştığınızı söyleyin. Ve sonra sen," eliyle beni gösterdi, "neden River'ın bedeninde olduğunu ve neden onun içine girdiğini söyleyeceksin." 

Jace'le aynı anda "Kimse için çalışmıyoruz!" diye söylendik. Ardından ben "Bak, River kim bilmiyorum ama ben o değilim. İçinde falan da değilim. Benim adım Bethany ve hemen bizi burdan çıkarmazsan--"

"Ne yaparsın? Hadi söyle, ne yaparsın? Hiçbir şey yapamazsın. O yüzden hemen bana kim olduğunu söyle yoksa," cebinden aniden uzun bir bıçak çıkarıp boğazıma dayadı, "River'ı geri getirene kadar sana işkence etmekten çekinmem." Jace yerinde debelenip "Bırak onu seni piç kurusu! Bırak çabuk! Şu iplerden bir kurtulayım o güzel suratını yerden toplayacaksın!" diye bağırıyordu. Çocuk onun suratına bir şaplak indirdi. Aynı anda bende ayağımla dizine tekme attım. Birkaç saniye sonra yanağım acıyla yanıyordu. Aynı şaplaktan ben de yemiş olmalıydım.

Gözlerim dolmaya başlamıştı. Acıdan değil sinirden ağlıyordum. "Lanet olası River kim bilmiyorum ama umarım ölmüştür!" diye bağırdım. Elini kaldırdı ve ben de bir sonraki için hazırlanarak suratımı yana çevirip gözlerimi kapadım. Ama acı hissetmedim.Gözlerimi açtığımda mavi gzölü çocuk bizimkinin elini tutuyordu.

Tam o sırada merdivenlerden 35 yaşlarında bir adam ve 50 yaşlarında bir adam daha indi. Çocuk elini kurtardı ve tam bana vurmak için hazırlanıyordu ki genç olan adam onu durdurup "Yapma Jon. O önemli." dedi. Jon denen çocuk "Ama River'ın bedeninin içine girmiş, nasıl önemli olabilir ki? Daha ne tür bir yaratık olduğunu bile bilmiyoruz! Belki onu öldürüyor bile olabilir!" diye bağırdı.

Yaşlı olan adam diğerlerini yarıp yanıma geldi. Kızarmış yanağıma baktı. Sonra ayağa kalkıp "Çünkü o River değil." dedi. Jon hem endişeli hem de kızgındı. "O zaman kim ya da ne?"

"Kim olduğunu bilmiyorum ama buraya gelmesi tesadüf olamaz. Bir şeyler biliyor. Ve yaşamak zorunda. İkisi de."

Yazar Notu: öncelikle yine çok çok çooooaaaak teşekkürler buraya kadar okuduğunuz için. Biliyorum bölümler biraz kısa geliyor olabilir ama uzun olunca pek okunmuyor, üzgünüm :( Biraz daha okuyucu sayısı artsın istiyorum. Ve malum okullar başlıycak pof :s o yüzden bir daha ki hafta elimden geldiğince çok bölüm yayınlamak istiyorum :d Umarım zevkle okumuşsunuzdur ehehehe sizi sevyom.  Yeni bölüm için +130 reads ve +7 votes olursa çok sevincem bilesiniz :")))))

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Sep 10, 2013 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Other Half Of UsWhere stories live. Discover now