elli üç

855 45 0
                                    

.53.


     Ellerimi montumun cebine sokarken okul çıkışından eve dönmek için sola sapan Eda, Gül ve Emir'e yarın görüşürüz diye bağırarak gözlerimi etrafta gezdirmeye başladım Gediz'i bulabilmek için. Öğle arasında bana antrenman çıkışı bir yere gideceğimizi yazdığı için oldukça heyecanlıydım, bunun üzerine teneffüste bizimkilerle de konuşmuştuk ve ortaya absürt teoriler de atılsa, ben nereye gideceğimizden çok neden bugün buluşmak istediğini çok iyi biliyordum.

Biliyordum ve onun sürprizine karşılık benim de ona bir sürprizim vardı. Tabii onu şaşırtmak istediğim için sonun kadar saklayacaktım, yüz ifadelerini çok merak ediyordum ki oldukça da eğlenceli bir gün olacağını düşünüyordum. Onun için çok güzel bir gün olacaktı. En azından öyle umuyor ve olmasını sabırsızlıkla bekliyordum.

Gediz'in sinemaya gittiğimiz gün bana verdiği bereyi kulaklarıma kadar çekip birkaç metre ötede arabanın ön kapısına yaslanmış bir şekilde sigara içtiğini gördüm, dudaklarım iki yana kuru soğukta gerilirken hızlı adımlarla arabaları kontrol ederek karşıdan karşıya geçtim.

Ona doğru geldiğimi gördüğünde elindeki sigarasını hızlıca söndürüp cebinden çıkardığı ufak metal tüpün içine attı ve kapağını kapatıp tüpü tekrardan cebine geri koydu. Demir'in aksine düzenli ve bağımlı olarak sigara içmediğini biliyordum, özellikle de son birkaç aydır neredeyse hiç içtiğini görmemiştim de bugün neden içiyordu?

Rüzgar esti, koyu sarı saçları arkaya doğru savrulurken gözlerini kıstı ve gülümsemeye çalıştı yüzüne vuran soğuk havaya karşılık. Üzerinde siyah uzun kabanı vardı, altında ise yine siyah kumaşa benzer kalın bir pantolon görüyordum şık parlak botlarıyla birlikte. Boynundan göğsüne doğru uzanan çam yeşili atkısını takmıştı bugün, atkı almayı akıl edip kendisine bir bere daha almayı akıl edemememiş miydi? Hasta olacaktı.

Kaşlarımı hafifçe çatarken karşısında durdum hızlıca, "Bere almadın mı? Hasta olacaksın," dediğimde birkaç saniye boyunca öylece gülümseyerek bana baktı. "Çok yakışmış," dedi tamamen söylediklerimi duymazlıktan gelerek.

"Çocuk! Hasta olacaksın bu soğukta rüzgar hep alnına alnına vuruyor. Bir de artist gibi dikiliyor. Cık cık cık! Başka beren yok muydu senin?" 

Kafasını gülümsemeye devam ederken sola sağa salladı hızlıca, "Yok. Bir tane vardı o da artık senin."

Dudaklarımı bükerken içimden gülümsemek geliyordu ama gülersem kendimi çok açık edeceğimden somurtmayı sürdürdüm. "Bunu konuşacağız,"

Gülerek geri çekildi ve yolcu koltuğunun kapısını aralayıp eliyle oturmam için içeriyi gösterdi, "Konuşalım ama hava gerçekten soğuk. Geç bakalım,"

Birkaç saniye boyunca ona öylece baktım, sanki o bana hiçbir şey söylememiş de bir şey beklermiş gibi, bir hoş geldin beklermiş gibi; tamam, bunu diyememesinin nedeninin benim onu direkt azarlayarak konuşmayı başlatmam olabilirdi ve bu biraz benim suçum olsa da bir karşılanmak isterdim.

Dudaklarım iki yana bükülürken elimi kaldırıp kapının camına yasladım ve ileriye doğru ittirip hızlıca kapanmasını sağladım, Gediz, kaşlarını çatarak ne yaptığımı anlamaya çalıştı birkaç saniye boyunca; tam dudaklarını açmış ne olduğunu soracakken ona doğru birkaç adım attım ve kollarımı boynuna doğru kaldırdım sarılmak için.

Üzerime doğru eğilip ellerini önce belime dolamaya çalıştı ama sırt çantam yüzünden beceremeyince kıkırdayarak omuzlarımın üzerinden sırtıma doğru sardı sıkıca. Nedense gözlerini kapattığını hissettim o an dünyaya, belki de ben öyle yaptığımdandı; kapatmak duyularını şu aciz dünyaya tüm insanlara, evrenin milyarlarca yıldızın güneşin ve yaşamın içinde sadece şu anın gerçek gelmesindendi.

Belirli bir düzen içinde yaşarken aslında biz insanlar, gerçekten yaşadığımızı hissetmiyorduk; bunun nedenini alışkanlıklarımızın ve çevremizden gördüğümüz kısıtlamaların bizi yönetmesine izin verdiğimizdendi. Bazen gururdandı, utanç ya da kötülük hissi. Tabii gerçek kötülükten bahsetmiyorum, iyi bir şey yaparken veya sevgimizi göstermeye çalışırken bizi geri tutan ellerden bahsediyorum.

Bir kere alıştığınızda aslında sevmeye, karşılıklı olarak, sürekli o sevginin sizi bulmasını istersiniz herhangi bir gününüzün herhangi bir dakikasında bir kere daha. Çünkü ruhun gıdasıdır aslında, gerçekten sevilmemiş bir insan bunu diler ama anlayamaz, kazanması için önce kaybetmesi gerekir çünkü.

Kazanana ve sonrasındaki kaybedişlere kadar duygusuz ve ruhsuz bir hayat sürdüğünü öğrenemezsin. Fark etmezsin.

Birilerini bir şeylerini her şeye rağmen kaybettiğinde ise hiç öyle hissetmemiş olmayı da dilersin ama ne ağlayışların ne de yakışların o gün o an seni omuzlarından tutup uçurabilecek güçte kanat çırpan kuşların hissettirdikleriyle yarışamaz.

Birkaç an sadece bizi hayattan koparan ya da hayata mutlulukla tutunmayı sağlayan.

Çünkü hayat tam bir göttür, bunda hepimiz hemfikiriz herhalde?

"Seni çok özlemişim," diye mırıldandığında dudaklarım hızlıca iki yana gerildi ve kollarımı boynundan ayırmadan kafamı kaldırdım ve kaşlarımı çatarak gözlerine baktım.

"Gerçekten mi? Daha geçen gün bizdeydin?" dediğimde somurtarak dudaklarını büktü ve kaşlarını çattı.

"Ne yani özleyemez miyim kızım?"

Gülerek kafamı sola sağa salladım hızlıca, "Hayır, hayır tabii ki özleyebilirsin. Ben sadece emin olmak için sormuştum." dediğimde anlamaz bakışlarla kafasını eğdi. "Yani, üf," diyerek kollarımı boynundan çekip bir adım geri çekildim. "Neyse gidelim hadi soğuk zaten hava."

Kafasını sallayarak kapıyı tekrardan açtı, "Buyurun efendim," derken gülümsüyordu.

Sırtımdan çantamı çıkarıp arabanın içine bıraktım ve ellerimi kapının üzerine koyup çenemi yasladım, "Pardon ama çok yakışıklısınız. Acaba bir flörtünüz ya da sevgiliniz var mı? Numaranızı almayı çok isterim,"

Naif gülümsemesi çapkın bir gülümseme evrilirken dudaklarını ıslatıp saçlarını karıştırdı, "Ah çok incesiniz..." dedi ve kapıya doğru yaklaştı, şaka da yapsam herhalde çıkarıp numarasını gerçekten vermezdi, vermezdi değil mi? Vermemeliydi. "Sıfır beş yüz--"

Elimle alnından onu geriye doğru ittirip hızlıca koltuğa oturdum ve o, kahkaha atarken ayak ucuma bıraktığım çantamı alıp arabanın arka koltuğuna, spor çantamın yanına bıraktım. Gülmeye devam ederek kapımı kapattı ve ön taraftan dolaşıp hızlıca kapıyı açıp koltuğuna oturdu ve birkaç saniye boyunca öylece karşıya doğru gözlerini dikip burnunu çekti.

Sonra birden kafasını bana doğru çevirdi kemerini takarken, "Kıskanıyorsun beni?" dediğinde gözlerimi devirip ben de kemerimi taktım hızlıca.

"Gediz, canım benim, sana durup durup kızlar numaranı mı soruyorlar?"

"Bazen."

Kafamı hızlıca ona çevirdiğimde kahkaha atarak arabayı çalıştırdı, ona hâlâ aynı bir açıklama beklermiş gibi bakan gözlerle baktığımı gördüğünde dudaklarını ıslatarak bana doğru döndü ve "Şakaydı sadece. Kimseye numaramı vermiyorum."

"Hı," diye mırıldanıp kollarımı göğsümün üzerinde bağladım ve kafamı ağır ağır aşağı yukarı sallarken gözlerimi yola doğru diktim. "O zaman ben de seni özledim."




Buz Gibi | Texting  (Tamamlandı)Where stories live. Discover now