14. Bölüm

31 3 16
                                    

"Kraliçenin doğması için masumiyetinin ölmesi gerekir."

Uyku ve uyanıklık arasındaki o belirsiz zamanın tatlı bir yanı vardır. Hastalıktan kırılırken sevdiğin biri tarafından kucaklanmanın verdiği huzuru bahşediyordu. Yattığım yer öyle yumuşak öyle sıcaktı ki gözlerimi açıp anın huzurunu kaçırmak istemedim. Ateşte çıtırdayan odunların sesiyle tekrar derin uykuya dalmak üzereyken anılar zihnime hücum etti. Bu yanlış fikirden sıyrılmanın şok etkisiyle yataktan fırladığımdan başım döndü.
Bir odadaydım. Hayır, kulübedeydim. Biraz ilerimde ahşaptan eski bir masa ve sandalye vardı. Hemen karşısındaysa ufak, derme çatma bir mutfak. Tencereler, tabaklar, tezgâha saçılmış sebzeler ve bıçaklar. Özenle temizlenip duvara asılmış bıçak koleksiyonu açık pencereden giren ışıkta parlıyordu. Her şey gayet normaldi. Tezgâhta duran, tahtaya çakılmış, kanlar içindeki satırı görene dek.
Uzaktan gelen tehlike çanlarını duyar gibi oldum. Ama kendimden beklenmeyecek şekilde sakindim. Aynı anda bedenimden bir ürperti geçtiğinde fark ettim, çıplaktım. Üstümde gömlekten başka hiçbir şey yoktu ve onunda altındakini gizlediği söylenemezdi.
Bacaklarım ve ellerim sargılarla sarılmıştı. Saçlarım yıkanmıştı. Tertemizdim.
Bunun perilerin marifeti olması için dua ettim. Çünkü o satırı tutan ellerin bedenime dokunduğu fikri aklımı oynatmama yeterdi. Sahip olduğum tek şeyi de yitirmeden önce buradan gitmem lazımdı.

Kaçma dürtüsüyle harekete geçtiğimde önümü göremeyip yaralı bacağımı yatağa çarpmıştım. Acıdan gözlerim yaşarırken bağırmamak için yumruğumu ısırdım. Ancak kurtarıcımın veyahut müstakbel katilimin kulakları keskindi. Kulübeye yaklaşan adımları duyar duymaz hemen yatağa dönmüştüm. Ne olduğunu bilmediğim kalın postu çeneme kadar çekip gözlerimi yumdum. Uzun ve yavaş nefesler alıp nabzımı düzenlemeye çalıştım. Amacım buradan sağ salim kurtulmaktı. Doğru anı kollamalıydım.
Kapı sertçe açıldı ama kapanmadı. Yerdeki ahşap döşemeyi gıcırdatan ağır adımlar ayak ucuma geldiğinde durdu. Bakışlarının ağırlığını hissedebiliyorken hareketsiz kalmak işkenceydi. Adımlarını tekrar duyduğumda bu defa sağımda bitmişti. Temas etmesini beklediysemde aramızdaki mesafeyi koruyor gibiydi.
Arkasını döndüğünde birkaç adım uzaklaşmasını fırsat bilip ipini koparmış danalar misali kapıya fırlamıştım. Beraberimde harekete geçtiğinde aynı anda kapıya ulaştık ve kapı sertçe yüzüme kapandı. Sanki en başından bu anı bekliyordu. Hemen kapıdan ve ondan uzaklaştım. Göz ucuyla başka bir çıkış aradım lakin pencere dışında kapana kısılmıştım. O da seçenek bile sayılmazdı. Tezgâha tırmanana kadar yakalanırdım. Zaten bu halde tırmanmamda zordu ya.
Hal böyle olunca kaşlarımı çatarak sert bir ifade takınmaya çalıştım. Karşımdaki yapılı adamla birbirimize bakarken ikimizde aynı anda "Ne yaptın sen?" diye çıkışmıştık. Afalladım. Bu soruyu benim sormam gerekirdi. Beni kaçırıp buraya kapatan oydu.
"Kanaman var." Bakışlarını takip edip aşağı baktığımda bacağımdaki sargının kırmızıya boyandığını gördüm. Bir nefes kadar sonra beni kollarımdan yakalayıp yatağa oturtmuştu.
"Dur yoksa canını yakarım." dedi. Tehdit mi etmişti? Yoksa uyarmış mıydı? Ses tonundan anlamak zordu.

Uzanıp yatağın altından bir kutu çekti. Ahşap kutunun kapağını kaldırıp yatakta yanıma koydu. İçi küçük, mantar tıpalı şişelerle doluydu. Sıcak su ve temiz bezlerle geri döndüğünde hayretle onu izliyordum. Malzemelerini hazırladıktan sonra müsaade istemeden gömleği uyluğuma kadar çektiğinde irkildim. "Dur." Her şey çok hızlı gelişmişti. Daha olayların birini sindirememişken o biniyle üstüme geliyordu.
"Yarana bakmam gerek." dedi, alnına dökülen siyah saçlarının arasından. Ne diye durmasını istemiştim ki zaten? Yaralıydım ve nasıl pansuman yapıldığına dair bilgim yoktu.
Öte yandan korkmuştum. Fazlasıyla hemde. Kim bilir kaç saat hiç tanımadığım bir adamın yatağında yarı çıplak yatmıştım. Daha bunun şokunu üstümden atamamışken bacaklarımın arasından beni süzen yabancıya öylece izin vermem gerekiyordu.

Zümrüt SarayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin