3.Bölüm

47 4 11
                                    

"Günaydın, Sinsonte." dedi suikastçı neşeyle gürleyerek.
"Günaydın, Suhaj." Prenses kafasını dahi kaldırmadan kuru bir sesle cevap vermişti. Bütün dikkati okuduğu kitaptaydı.
"Sorun ne?" diye sordu suikastçı. Hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi kendini prensesin yanına, yere bırakmıştı. Onun her şeyi her detayıyla bildiğini bilen prenses gözlerini devirmeden edemedi."Bilmiyormuş gibi yapma. Sinir bozucu."
"Sadece senden duymak istedim." dedi suikastçı ağırlığı altında ezilen bahar çiçeklerini umursamadan geriye yatarken.
"Neyi? Dersten kaçtığımı mı?"

Bir elini başının arkasına yerleştirmiş ve gözlerini yummuş olan suikastçıya baktı. Oradan geçen biri adamın uyuduğunu, kızında kendi kendine konuşacak kadar delirdiğini düşünebilirdi. Lakin adam pür dikkat prensesi dinliyordu. Ve genç kız da  ağzından çıkan sözlerin yargılanmadan dinlendiğini biliyordu.

"Bak, kaçtığım şey yalnızca ders değil. Byron. Hiç sana ders verdi mi?"
"Bunaldım." dedi omuzlarını düşürerek. Bu onu olduğundan daha ufak göstermişti. "Bütün günümü kütüphanede, Byron'ın yargılayıcı bakışları altında geçirmek. Sanki her hareketimi küçümsüyor. Onun yanında kendimi asla yeterli hissedemiyorum ve bu beni aşağı çekiyor gibi." Suikastçının bir şeyler söylemesini bekleyerek sustu.
"Şey,..haklısın. Bu söylediğimi kral duymasın. Adam iyi bir öğretmen lakin sıkıcı."

"Onunla geçirdiğim her dakika ruhumun bir parçası ölüyor adeta. Kulaklarıma şiş sokmak istiyorum ve senin söylediğin tek şey sıkıcı olduğu mu?"  dedi prenses hayretle. Ona hak vermesi hoşuma gitmişti ama öğretmeni hakkında daha sert konuşmasını beklemişti.

Derin bir nefes alıp doğrulan Suhaj dikkati sadece prensesinde olacak şekilde oturdu. "Byron, tanıdığım en sıkıcı kişi." Kısa süren duraksamanın ardından "Bunu ayırt edebilecek kadar insanla tanıştım, inan bana." dedi aynı anda aklına gelen şeye gülerek. Gözlerindeki imayı ve alayı gören Clara da, onun geçmişte şurdan burdan tanıdığı insanlarla olan ufak hikayelerini hatırlayınca gülmeden edemedi.

"Lakin o bir minerv." Sesindeki ve bakışlarındaki ciddiyet karşısında afallayan prensesin gülümsemesi hızla solmuştu.
"Askerlerin çoğu zaman beni görmeye tahammülü olmuyor. Her an komut vermemden, antrenmana başlamamdan ya da onları yeni bir askeri diyete sokmamdan çekiniyorlar. Peki bu benim kötü olduğum anlamına mı geliyor? Ben generalim. Benim görevim bu. Bende insanların beni gördüğünde gerilmeleri yerine gevşemelerini isterdim. Benzer durum Byron içinde geçerli olmalı." Adamın bakışları tekrar yumuşarken ekledi. "Ondan kaçıyorsun sonrada bulduğun ilk ağacın dibine çöküp somurtuyorsun. Yaptığın şey senide içten içe rahatsız ediyor."
Zamanı gelince babası gibi bir hükümdar olmak istiyorsa o derslere ihtiyacı olduğunun farkındaydı.
"Doğru, ama itiraf etmelisin ki insanların seni görünce gerilmesi hoşuna gidiyor." dedi prenses bıyık altı gülerek.

General asırlar boyunca pek çok isimle anılmıştı. Uzak diyarlarda halk arasında adının dahi anılmadığı, ondan fısıltıyla bahsedildiği söylenirdi. Eğer adını anarlarsa hükümdarlarına musallat olmasından ve her şeylerini kaybetmekten korkuyorlardı.
Kan Lordu, Suikastçılar Tanrısı,... bunlar ona verilmiş isimlerden sadece meşrulaşmış olanlarıydı. Gurur duymadığı, oldukça vahşi benzetmelerle çağrıldığı olsa da insanların onu görünce korkuyla gerilmesinden fazlasıyla hoşlanırdı.
Prensesin alaylı ama yerinde tespiti karşısında yalandan bir utançla başını salladı.

"Bakıyorum neşeniz yerinde." Suhaj, kahkahalarını bölen sesin sahibini görmeye bile gerek duymadan ayağa fırlamıştı.
"Majeste, özür dilerim." dedi reverans yaparak. Karşısında Emerallt'ın gelmiş geçmiş en güçlü kralı; Kral Kalon duruyordu.
"Rahat ol, Suhaj. Kızımın neşesini birilerinin yerine getirdiğini görmek güzel." Kral içtenlikle elini suikastçının omzuna koydu. Suhaj doğruldu. "Geldiğinizi duymadım, efendim."  Suikastçının özrüne karşı hafifçe başını sallamış ve tebessüm etmişti. "Doğrusu gururum okşandı. Yeryüzündeki kimsenin fark edilmeden yaklaşamadığı adama bunca yıldan sonra bile yaklaşabiliyorum. Paslandığımı düşünmeye başlamıştım."
"Tarihe 'Kudretli Kral' olarak geçen siz paslandıysanız benim emekli olup kırsala yerleşme vaktim çoktan gelmiş demektir." Gülümseyerek iltifatını kabul ettiğini gösteren kral prensese döndü. "Kızımı oldukça ihmal ettiğim yönünde duyum aldım. Bizi biraz yalnız bırakır mısın?"
Sessizce uzaklaşan Suhaj onları işitmeyeceği mesafeye geldiğinde durmuştu. Benzerlikleri karşısında her seferinde büyüleniyordu. Kuzguni siyah saçlar, masmavi gözler ve sol gözlerinin altındaki ben hatta gözlerindeki ışıklı harelere kadar aynılardı. Sanki kral doğal yollarla değilde büyüyle kendi prensesini yaratmıştı. Clara'nın annesiyle olan tek benzerliği zarif yapısıydı.

Tablo gibiydiler. Hazinesini bütün dünyadan sakınmaya çalışan korsan misali, kızını kollarıyla sarmıştı. Böylesine güçlü ve heybetli bir adamdan beklenmeyecek şekilde gözleri şefkat doluydu.
Dünyada en çok sözü geçen, kimseye boyun eğmeyen adamın sadece bir kişiye boyun eğmesinin, onun nefesiyle dünyaları yakabilecek olmasının güzel olduğu kadar ürkütücü bir yanı vardı. Kral güçlü olduğu kadar zayıftı. Çünkü kaybedecek tek ama çok şeyi vardı.

"Derslerinden neden kaçtığını biliyorum. Anlıyorum da. Gücünü kullanmayı öğrenmek istediğini de biliyorum. Lakin her şeyin yeri ve zamanı vardır, kızım. Sadece kas gücüyle gerçek bir hükümdar olamazsın. Sadece kılıç sallayarak ya da damarlarında fokurdadığını hissettiğin sihrinle halkını koruyamazsın." Kral kendi yansımasıyla konuştuğunu bildiği için kızıyla nasıl konuşması gerektiğini de hep bilirdi.
"Bazı savaşlarda kılıcın zihnindir. Kalbin kalkanın. Dilin, savaşı bitiren son hamlendir. Bu üçü arasındaki uyumu yakalarsan kimse önünde duramaz."

"Seni utandırdım mı?" diye sordu çekinerek. İçten içe kendine öfkeleniyordu. Babasının duyacağını bile bile asi davranıyor, öğretmenleriyle tartışıyor, derslerden kaçıyordu. Ve ne yaparsa yapsın kralın asla kızmayıp aksine sevgiyle hatta sabırla yaklaşması prensesi daha kötü hissettiriyordu. Özellikle şimdi onu kollarıyla sarıp sarmalarken, sonsuz sevgisine karşı ihanet ediyormuş gibi hissediyordu.
"Sen mi?" dedi kral fısıldayarak. Şaşırmıştı. "Claralyn, ben senden asla utanmam. Sadece"
Prenses beklentiyle babasına baktı.
"Güçlü ol."
Clara ne demek istediğini soracakken Suhaj yanında başmuhafızla belirmişti. "Majesteleri, misafiriniz var."
Kral ayağa kalkıp üstünü düzelttikten sonra elini prensese uzattı. "Taht odasına kadar bana eşlik et. Sonra Byron'ın yanına gidersin." dedi burada daha fazla oturmasını istemediğini belli ederek.

Kral ve prenses önde, Suhaj ve muhafız hemen arkalarında olacak şekilde saraya doğru yürümeye başladılar.
"Kim gelmiş?" Kralın sorusuna Suhajdan yanıt gecikmedi.
"Tenebris Kralı Calix. Geleceklerini önceden bildirmişlerdi. Hatırlarsanız, efendim."
"Hatırlıyorum." dedi kral bıkmış bir vaziyette. "Calix vaktinde gelse dişimi kıracağım. Söylediği vakitten hep ya çok geç ya çok erken geliyor. Elli yaşında yeni yetme bir prens gibi davranmayı ne zaman bırakacak merak ediyorum."

Tam o esnada yanlarından söylene söylene geçen adam dikkatlerini çekti. Öyle hızlı yürüyorduki yanından geçtiği kişinin kral olduğunu son anda fark etmişti. Yaptığı hatayı anladığında yerlere kadar eğildi.  "Majesteleri, ben özür dilerim. Affedin..." Clara adamı görür görmez tanımıştı. Bahçıvan Revi. Sinirinin sebebinide tahmin edebiliyordu. Kral elini kaldırarak adamı susturdu. "Nedir seni böyle sinirlendirip dikkatsizleşmene sebep olan şey?"

Korkudan rengi solan adam kralın sorusuyla neye kızdığını hatırlayınca tekrar sinirle doldu.
"Ablavutun biri özenle büyüttüğüm çiçeklerimi kendine yatak sanmış." Revi'nin güneyli aksanı kral dahil olmak üzere saraydaki herkesin hoşuna giderdi. Ama sinirlendiğinde öğrenmek için yıllarını harcadığı lisandan oldukça uzaklaşırdı.
"O hantal vücudu durmakta orada. Sığırlarla otlanıyor, eminim." Gülmemek için adeta kendiyle savaşan prenses omzunun üzerinden suikastçıya kısa bir bakış atıp hemen ardından bahçıvana seslendi. "Düşmanı uzakta arama derim."
Suhaj "yapma" dercesine gözlerini açtı. Bahçıvandan korktuğundan değil. Revi oldukça kibar ve sevecen biriydi.
Çiçeklerine zarar gelmediği sürece.
"Kim olduğunu biliyor musunuz, hanımım?"
Prenses geriye doğru birkaç adım atıp suikastçıyla muhafızın arasında durdu. Suhaj yavaşça gözlerini yumdu. Kulaklarını önümüzdeki aylar boyunca Revi'den çekeceği eziyete hazırladı. Yüzündeki ifadeye bakılırsa şimdiden intikam planları yapmaya başlamıştı.

"Hayır." dedi prenses sesinin sevecen çıkmasına özen göstererek. "Maalesef, bilmiyorum." Oyun oynamıştı. Suhaj buna kandığına inanamayarak kaşlarını çattı. Derin derin nefes aldı. "Bunun intikamını alacağımdan emin olabilirsin." dedi sadece prensesin duyabileceği tonda.
"Tabii, eminim."

Siz "n'oluyo be!" demeden önce yazarınız olarak araya gireyim. Kitapta zaman kayması gibi bir durum söz konusu. Yani kafanız karışırsa BU İYİ. Benim için :)

Zümrüt SarayWhere stories live. Discover now