b e ş

625 87 90
                                    

Önümdeki ete bakarken Bay Ormar ile babamın kahkahasını dinledim. Tekrar saate baktım ancak en son kontrol ettiğimden beri yalnızca on beş dakika geçmişti. En azından iki saattir buradaydık ancak babam ile Bay Ormar arasındaki politik ve sakin tartışma bitecek gibi görünmüyordu.

"İlk kez bir Muggle doğumlu bakanlığın başına geldi. Yüzyıllardır olan düzeni kökünden değiştiriyor."

"Yapma, Martino. Granger iki yıldır her şeyi çok iyi idare ediyor. Bana sorarsan safkanlardan bile daha çok şey biliyor, Büyü Dünyası hakkında."

Marcus da önündeki tabağı izlemekten başka bir şey yapmıyordu. Zaten asla konuşmuyordu da. Yalnızca babam ona sorular yönelttiğinde, cevaplıyordu ancak bunu yaparken de Bay Ormar'ın elinin hep omzunda fazla sertçe sıkarak durduğunu görüyordum. Oturduğu yerde rahatsız, gergin ve rahat olmadığı her halinden belli oluyordu.

"Ee," dedi sonunda Bay Ormar tıpkı oğlu gibi siyah gözlerini bana çevirince tüm bedenim donar gibi oldu. Bana karşı her zaman kibar ve güleryüzlü olsa da ondan hep çekinirdim. Marcus'tan çekindiğim gibi değil, onunla tanıştığım ilk andan beri beni geren bir enerji yayıyordu. "Geleceğin Bayan Ormar'ından bahsedelim biraz da."

Az daha yemek boğazımda kalıyordu. Yutkunması birden en imkansız şeye dönüşmüştü bu minicik havuç tanesi. Sanki büyümüş, büyümüş beni boğmak istiyordu.

Marcus da şaşkınlıkla babasına bakıyordu. Anlaşılan bu ikisi arasında da geçmiş bir sohbete benzemiyordu. "Geleceğin kiminden bahsedelim?"

"Marcus," dedi Bay Ormar sert bir sesle ama hala yüzünde zorladığı gülümseme vardı. "Sana söz hakkı gelene kadar konuşmama konusunda ne demiştim?"

Marcus muhtemelen bahsi geçen hayatın kendisininki olduğunu fark ettiğinden elbette ki konuşmak istiyordu. Ancak babası ile tekrar göz göze geldiklerinde sustu. Yine de içinde delice alevlenmiş bir öfke olduğunu oturduğum yerden bile okuyabiliyordum.

"Bunları konuşmak için çok erken," dedi babam bu havadaki gerginliği fark etmemiş görünüyordu. Kırlaşan saçların alnını yalarken çatalıyla Marcus'u gösterdi. "Genç adamı henüz bu yaştayken korkutmamak lazım. Kızlar arasında çok popüler olduğunu duydum, Marcus."

Marcus bir şey söylemedi. Gözlerini diktiği boşluğa odaklanmıştı. Kaşları çatık, dudakları dümdüz incecik bir çizgi halini almıştı. Babamı duyduğundan dahi emin değildim. Sinirden titreyen ayağı belli belirsiz bir ses çıkarıyordu. Bu kızgınlığının yalnızca şimdiyle alakalı olmadığını anlamak için Marcus'u çok iyi tanımaya ihtiyacı yoktu kimsenin. Babasının üstünde kurduğu baskıya her zaman boyun eğip, kendini bastırması gerekiyordu. Bu yüzden hem babası tarafından eziliyor, bir de kendini eziyordu.

Marcus'tan nefret etmem milyonlarca sebep vardı. Tanıdığım en çekilmez insan olabilirdi fakat kendimi yerine koydukça düşünmeden edemiyordum. Kendimden nefret edilerek büyütülseydim, sonunda onun gibi herkesten kaçmaz mıydım? Belki. Belki de kendi hayatı yine de olduğu kişiye bir bahane olmamalıydı. Marcus hiçbir zaman kolay çözebileceğim ya da davranışlarının arkasındaki nedeni anlayabileceğim biri olmamıştı.

Bay Ormar da babamın gülmesine eşlik ederken Marcus'un eğdiği ensesine elini koydu. Dışarıdan bakan biri bunun yalnızca babacan bir tavır olduğunu düşünebilirdi. Fakat tırnaklarının etine gömülüp, etrafının kızardığını görebiliyordum. "Marcus. Bay Tenebris'e yanıt vermeyecek misin?"

Marcus sonunda beklediğim patlamayı gösterdi. Bir anda sertçe yumruğunu masaya vurunca babamla beraber irkildik. Gözlerinden adeta ateşler fırlıyor, babasına bakıyordu. Dişlerini birbirine öyle bastırıyordu ki çene hattındaki kemik bile yerinde zor kalıyora benziyordu. "Böyle bir şey olmayacak," dedi. "Sen de biliyorsun o kadar uzun yaşamayacak bile."

Golden Boy and Princess // Slytherin+HufflepuffDär berättelser lever. Upptäck nu