SİRİNA (Final Oldu)

By sevdaacet72

114K 7.9K 17.3K

Ben Sirina. Kaos ve büyünün elçisiyim. İntikam hırsının doğurduğu gücüm. Ve o gün, kara bulutları delip geçen... More

Giriş
1.Bölüm "Tendeki Yağmur İzi"
2.Bölüm "Düşüş ve Buluş"
3.Bölüm "WEROSİM"
4.Bölüm "ŞİŞLİK"
5.Bölüm "MÜTTEFİK"
6. Bölüm"Kayıp Ruhlar Mezarlığı"
7.Bölüm "Yaralı ve Dövme"
8. Bölüm "Karmakarışık Zihin"
9.Bölüm "ANKA KUŞU"
10. Bölüm "KEHANET"
11. Bölüm "KAN ve RÜYA"
12. Bölüm "KRALLIK"
13. Bölüm "Kırmızı Pelerinli Yediler"
14. Bölüm "Yedinin Laneti"
15. Bölüm "Ölümcül Arzu" +18
16. Bölüm "Kızıl ve Kanlı Ay"
17. Bölüm "Büyünün Anlamı"
18.Bölüm "Yokuş ve Gidişat"
20. Bölüm "Acı ve Büyü Bozma"
21. Bölüm "Yaşam Uykusu"
22. Bölüm "Saklı Olanlar ve Saldırı"
23. Bölüm "Arayış ve Dönüşüm"
24. Bölüm "Tören ve Bağ" +18
25. Bölüm "Davet ve İstek"
26. Bölüm "Seranta Krallığı" Part 1
27. Bölüm "Seranta Krallığı" Part 2
28.Bölüm "Kaos ve Büyünün Elçisi"
29.Bölüm "Savaşa Hazırlık"
30.Bölüm "Altılı Kehanet"
31.Bölüm "Enkaz Altındakiler"
32.Bölüm "KAN BAĞI"
33.Bölüm "Kolye ve Açığa Çıkan Sırlar"
34.Bölüm "Küller ve Gelenler"
35.Bölüm "ANSIZIN"
36.Bölüm "Ölümün Çanları"
37.Bölüm "Savaşın Ağırlığı"
38.Bölüm "Sonlar ve Gelişler"
39.Bölüm "Yüreğimde Bitmeyen Sonlar, Final"
TEŞEKÜRLER♡
Sirina 2- ASMERA
Asmera 1. Bölüm
Asmera: 2. Bölüm
Asmera 3. Bölüm
Asmera 4. Bölüm
Asmera 5. Bölüm: Final.

19. Bölüm "Yıkım ve Sonu Hazırlama"

1.7K 135 441
By sevdaacet72

Lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın♡

Keyifli okumalar.


İntikam için yola çıkmışsan kayıpları göze almışsın demektir.



19. Bölüm: Yıkım ve Sonu Hazırlama.

Günahkar bedenler arınma ihtiyacı ile geçmişten bugüne kadar bir sürü şeyi ilah olarak kabul edip tapmışlardı. Günahlarının bedellerini çekmekten korktukları için arayış içine gidip günahı yok etmeye çalıştılar. Ama hiçbir günah ebediyete kadar saklı kalmazdı. Hiçbir beden günahının bedelini çekmeden son nefesini vermezdi.
Bazıları günahları için ilah arardı.
Bazıları ise umut etmek için bir ilah arardı. Ben çok günah işlemedim. Ben, bizi var eden bir ilah olduğuna inanıyordum. Ve sırf bu yüzden umut etmek istediğim zaman o ilaha dualar ederdim.

Şuanda da inandığım ve bizi var eden ilaha tek bir dua ediyordum. Bu işin sonunda kayıp vermek istemiyordum. Bu büyünün bozulmasını istiyordum. Artık aklım karışık olsun istemiyordum. Düşündüğüm şeylerin bir cevaba kavuşmasını istiyordum. Ve bunu bütün ruhumla isteyip yaratıcıya yalvarıyordum.

Artık düşünce delhizinde boğulmak istemiyordum. Bir şeyler düşünmek zorunda kalmak istemiyordum. Başımı iki yana sallayıp elimdeki kıyafetleri hızla katlayıp bez çantaya koydum. Orta büyüklükte bir çanta olsa dahi ben ve Werosim'in kıyafetleri sığmıştı. Zaten fazla eşyamızda yoktu. Bu yüzden yemekten sonra eşyaları toplamak için ben gönüllü olmuştum. Bir diğer amacım ise John ve Werosim'i yalnız bırakıp birbirleri ile konuşmalarını sağlamaktı. Werosim konuşmasa dahi John'un konuşacağından emindim. Gözlerinden bedenimize bir ok misali saplanan kelimeler taşmayı bekliyordu. Bende o kelimelerin taşması için bir an yaratmıştım.

Çantanın ağzını iple bağlayıp uzun ipini sağ koluma geçirdim. Çantanın ipini tutarken derin bir nefes alıp aşağıya inmeye başladım. Bu oda da en kıymetli anımdan bir iz bırakıp gidiyordum. Bazen anıları bırakıp gitmek gerekiyordu. Ben anımın bir parçasını bırakıp bana bu anıyı yaşatanı kendimle götürüyordum. Bu yüzden buruk olan yanımı bastıran bir huzur vardı. Ve ben bu huzura sıkıca tutunmuştum, bırakmaya da niyetim yoktu.

Merdivenlerin sonuna gelince etrafı saran sessizlik kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Burası, yan yana bıraktığım ayaklı sinir topları için fazla sessiz değil miydi?

Yavaşça mutfağa doğru adımladım. Bir şey olduğunu düşünmek nefesimin hızlanmasına sebep oldu. Mutfağa girince karşılıklı oturan John ve Werosim'i görünce derin bir nefes aldım. Bedenimi sinsice sarmış olan korku terk etti.
"Siz ikiniz iyi misiniz?" Gözlerimle hasar tespiti yapmak istercesine onları süzmeme rağmen, görünürde hiçbir şey yoktu. Bu iyi bir şeydi sanırım?

John ayağa kalkıp elindeki sopayı baston niyetine kullanıp tam önümde durdu. Yüzünü buruşturup bana baktı.
"Seninkini yiyecek değilim ya," diye homurdandı. Küçük bir kahkaha atıp elimi bastonu tutan elinin üstüne koydum.
"Sen biraz daha mı huysuz oldun ne? Ee tabii yaş aldı başını gidiyor." Ağzının içinde homurdanıp sopası ile beni yana itmeye çalışıp yanımdan geçti.
"Sende şu kıymetlini kaldır da gidelim artık." Homurdana homurdana kapıya doğru yürümeye başladı.

Bakışlarım Werosim'e dönünce, zaten bana baktığı için göz göze geldik. Bakışlarından içime akan güven ile derin bir nefes aldım. Ayağa kalkıp John gibi tam önümde durdu. Yavaşça eğilip alnımı öptü. Koluma astığım bez çantayı alıp elimi tuttu. Kulağıma doğru eğilip,
"Bu yaşına kadar nasıl John'a dayandın bilmiyorum ama seni bırakmaya hiç niyetim yok." Yüzümü yavaşça kaplayan gülümseme ile ayak ucumda kalkıp yanağına derin bir öpücük kondurdum.
"Öyle söyleme John çok iyidir. Bunu sende göreceksin." Yeniden alnımdan öptü. Beni göğsüne çekip kolunu etrafıma doladım. Başımı yavaşça kalbinin üstüne koydum. Kalp atışı kulaklağımda huşu bulurken içim huzurla doluyordu. Kalbinin atıyor oluşu bana umut vadediyordu. Güçlü durmam için sebep veriyordu.
"Şu yeni yetme çocuklar gibi cilveleşmeyi bırakın da gidelim artık." Kapının oradan bağıran John ile irkildim. Bu aralar fazla korkar hale gelmiştim.
"Ayrıca beni savunmasaydın Sirina seni silerdim." Usulca Werosim'den uzaklaştım.
"John sen beni istesen bile silemezsin." Bunu demem ile homurdanmaya başladı. Homurtusunu duyuyor olmak beni gülümsetiyordu.

Siyah pelerinlerimizi de giyip şapkasını taktık. Hep birlikte evden çıkarken John büyü yapmaya başladı. Çünkü hala dışarıda sağanak bir şekilde yağmur yağıyordu. Ayağımıza geçirdiğimiz uzun çizmeler bile çamura bata çıka yürümemize engel olmuyordu. John'un yaptığı büyü bizi yağmur damlalarından korusa bile çamura yapacak bir şeyimiz yoktu.

Şehirden çıkarken git gide yaklaştığımız orman sırtımın sızlamasına neden oldu. Gördüğüm rüyalar artık beni korkutuyordu. Gerçekten rüya mıydı yoksa gerçek miydi arada kalıyordum. Artık rüyalar rüya olmaktan çıkmıştı. Bir kahin ya da bir kehanet ön görücüsü değildim ama onlar gibi olmaya başlıyordum. Beni asıl korkutan onlar gibi olmak değildi. Gördüğüm şeylerin gerçek olmaya başlamasıydı.
"Buradan geçmek zorunda mıyız?" Sesim, yağmur damlalarını ve aramızdaki sessizliği bıçak gibi kesti. John bana yandan bir bakış atsada, elimi tutan Werosim güven verircesine elimi sıktı.

Mümkünse artık orman görmek istemiyordum. İçine girmek istemiyordum.
"Gideceğimiz yere başka yoldan dikkat çekmeden gidemeyiz." Önden yürüyen John'un sırtına baktım. Bizi nereye götüreceğini bile söylememişti.
"John biz nereye gidiyoruz?" Omzunun üstünden bana ters bir bakış atıp yeniden önüne döndü.
"Yani bir kere cevap versen John?" Bu sefer bana bakma gereksinimi bile duymadan omuz silkti.
"Cidden huysuz bir ihtiyar gibisin." Yeniden omuz silkti.

Konuşmayan iki adamın arasında kalmıştım. Sorun şuydu ki ben konuşmayı seviyordum. Sabır, tek dileyeceğim şey sabırdı.

*

Yağmur şiddetini azaltmak yerine git gide arttırıyordu. John bizi nereye götürmek istiyordu hiçbir fikrim yoktu ama yol bitmek bilmiyordu.
"John daha ne kadar yürümemiz gerekiyor?" Yağmur sesinden dolayı sesim gitmiş miydi emin değildim.

Son yarım saattir yağmur sesine karışan kartal sesleri duyuyordum. Yağmur sesiyle ahenkli bir şekilde bağıyor gibiydiler. Onlar bağırdıkça sırtım yanıyordu. Buna anlam vermek istesem bile sırtımda bir kartal kanadının çıkacağını düşünmek çılgıncaydı. Bunu kabul etmek benim için zaman alacaktı. Bu yüzden gördüğüm rüyayı daha kimseye anlatmamıştım.

Hızla üstüme gelen şey ile geriye savruldum. Elim Werosim'in elinden kayarken kendimi yerde buldum. Karnım da hissettiğim ağrı ile elimi oraya bastırdım. Ağzından benden bağımsız çıkan çığlık ile bana dönen John ve Werosim şaşkındı.

Savrulduğum yerde tam olarak karşımda bir kartal duruyordu. Gagasında benim kahverengi kıyafetimden bir parça sarkıyordu. Ağzını açıp yeniden bana saldıracağı sırada kolunumu yüzüme siper etmeyi akıl edebildim. Yaşadığım şok fazlaydı. Herhangi bir saldırı olmayınca kolumu indirip kartala baktım. Yaşadığım şaşkınlık artarken tek şaşıran kişi ben değildim.

Kartal kanadını önüne eğmiş bir şekilde direkt gözlerimin içine bakıyordu. Sarı renk gözlerinden gözlerime akan şey beni şaşırtıyordu. Beni en çok şaşırtan şey ise onu anlıyor oluşumdu. Gözlerinden gözlerime akan şey; bana itaat etmek istiyor oluşuydu.

Werosim yanıma gelip elimden tutup beni kaldırdı. Çamura bulanmış olmak bile şu an umrumda değildi. Gökyüzünü kaplayan kartal seslerini hala duyuyordum. Yavaşça kolumu yere eğip elimi kartala uzattım. Elime bakıp yavaşça üstüne adımladı. Karnımda hala bir ağrı hissetsem bile bana isteyerek çarpmadığını ve hızını alamadığı için düştüğünü söylüyordu. Ya da ben delirmiştim ve bir kartalı anladığımı iddia ediyordum.

Kolumu büküp kartalın üstünde durmasını sağladım. Ayağa kalkıp ona bakmaya başladım. Kafasını uzatıp yavaşça karnıma yasladı. Başını ileri geri sürtmesi ile çarptığı yeri okşamaya çalıştığını zannetsemde yaptığı şey farklıydı. Karnımı okşama amacı farklıydı. Başka bir şey düşünmek istemediğim için kartalı karnımdan uzaklaştırıp yukarıya kaldırdım. Kafamın hizasına getirip,
"Bana bak," fısıltım ile bakışları bana döndü.
"Şimdi yukarıya uçuyorsun ve yarım saattir ciyaklayan kartallara buradan gitmeleri gerektiğini söyleyeceksin." Başını hafifçe iki yana salladığını görmem ile yaşadığım şok katlanarak artıyordu. Beni anlıyordu.
"Sen şu an bir kartalla konuşuyorsun Sirina," John'un şaşkın sesi ile ona döndüm. Bende bunun şaşkınlığı içerisindeydim. Başıklarım Werosim'e döndü. Her an kartalın ters bir hareketinde öldürecek bir pozisyondaydı. Bana yeniden saldıracak olması yeterliydi. Yeniden kartala dönüp,
"Hemen şimdi dediğimi yapıyorsunuz!" Sesimin kesin çıkması ile kartal ciyaklayıp kendisini geriye atıp uçmaya başladı. Bir süre yüzümü ıslatmaya başlayan yağmur ile arkasından baktım. Bu akıl alır bir şey değildi.

Bana hala şaşkın bir şekilde bakan John ve Werosim'e bende şaşkınca bakmaya başladım. Cidden bu olanlar gerçek miydi? Az önce olanlar yaşanmış mıydı? Kartal beni anlamıştı. John'un yaprak yeşili gözlerine bakıp,
"John bir hayvan seni anlayabilir mi?" Şaşkın yüzünü izledim bir süre. Yaşadığımız olayın şokunu atlatmalılardı.
"Eğer bir hayvanla bağın varsa, seni anlar duygularını hisseder." Kaşları usul usul çatılmaya başladı.
Yavaş adımlarla bana yaklaşmaya başladı.
"Sirina sizin ailenizin kartallarla herhangi bir bağı yok." Bu duyduklarım beni rahatlamalıydı ama tam tersi olmuştu. İçimi kaplayan huzursuzluk büyüyordu.
"Belki Sirina'nın vardır?" Bu soruyu soran Werosim'di. Bir umut böyle soruyordu ama cevabı ikimizde biliyorduk. Bende kartallara dair bir bağ yoktu.
John arkasını dönüp yavaşça yürümeye başladı. Onun peşinden yavaşça yürümeye başladık.

Yağmur sesine hala kartal ciyaklamaları karışıyordu. Bir süre sonra sustuklarında rahat bir nefes aldım. Werosim'in gözleri sürekli bendeydi ama benim aklım o kadar karışıktı ki ona uzun bakamıyordum.
"John, bizim ailenin kartallarla bir bağı yok dedin. Peki, bizim ailenin hangi hayvanla bağı var?"
Adımları durdu, gözleri ile beni süzüp yeniden yoluna devam etti. Cidden bazen sinir krizi geçirmemek için kendimi zor tutuyordum.
"Fark etmiş olman lazımdı Sirina. Sende yok ama annende vardı." Benim annem çok güçlü bir kadındı. Bu kanında olan soylu kandan kaynaklanmıyordu. Onun duruşu ve bakışı bile ne kadar güçlü olduğunu ele veriyordu. Ama ben annem değildim. Onun hiçbir gücü bana geçmemişti. En azından ben öyle zannediyordum. Sadece kara büyüyü diğer büyücülere göre daha kolay yapıyordum o kadar.

Yol boyunca son konuşmalarımız bunlar olmuştu. Yaşananlar hakkında fazla konuşmamıştık ve üçümüzün aklı da o kadar doluydu ki, ne konuşacağımızı bilmiyorduk. En azından ben bilmiyordum zaten bu iki soğuk adam konuşmamayı tercih ediyordu.

Ormanın derinliklerine doğru geldiğimiz zaman şeffaf bir kalkandan geçtiğimizi hissettim.
"Gizlilik büyüsü mü yaptınız?" John hala önde arkası dönük bir şekilde yürüyordu.
"Evet, düşmanına ne kadar yakın olursan o kadar iyi olur mantığı ile buraya geldik." Omzunun üstünden ikimize bakıp,
"Yakın diyorum, diplerine girmekten bahsetmiyorum. Umarım ikisinin arasındaki farkı anlarsınız." Gözlerimi devirip başımı iki yana salladım. Tamam haklıydı. Diplerine girmek kötü fikirdi, kabul ediyorum. Zaten oraya gittiğimizden beri her şey daha da kötü olmuştu. Bu yüzden karşı çıkmak gibi bir hakkım yoktu.

Ağaçların azaldığı yerde küçük evler çıkmaya başladı. Yaklaşık on beş ev vardı. Bazılarının temelleri atılmış bir şekilde bırakılmıştı. Burada yeni bir hayat kurulmaya çalışılmıştı ve başarılı da olunduğu belli oluyordu. Yağmur yağdığı için dışarıda kimse yoktu ama buraya yaklaşık iki üç ay öncesinden gelindiği belliydi. Belki daha uzun zaman önce gelmişlerdi buraya.

Damarlarimda akan kanın yavaşlamaya başladığını hissettim. Şah damarımın boynumu zorladığını hissediyordum. Vücudumda gezen sinir dalgalarını kontrol etmeye çalışsam bile başarılı olamıyordum.
"John," diye çığlık attım resmen. Werosim'in adımları durdu. Beni ilk defa bu halde görüyordu. Bu yüzden yaşadığı şaşkınlığını aldığım havayla beraber soluyor gibiydim.

John yavaşça bana doğru döndü. Yüzünde duygulara dair hiçbir kırıntı yoktu.
"Neden, bana neden söylemedin?" Sormak istediğim o kadar çok soru vardı ki, hangisini soracağımı bile bilmiyordum. John çok önceden buraya gelip yerleşmişti. Hatta burada yaşayan, küçükte olsa, bir halk vardı. Bunlar çok önceden düşünülmüş ve icraata geçirilmiş şeylerdi. Bu belli oluyordu.

Yağmur damlaları havada asılı kalmaya başladı.
"Bir kez olsun John, sadece bir kez neden bir şeyleri benimle paylaşmıyorsun?" Bu sefer sesim kızgın değil kırgın çıkmıştı. Bunu fark eden John'un duygusuzluk maskesi takılmış yüzünde bir çatlak oluştu. Yüzünde bir pişmanlık yoktu. Aksine öyle kararlı bakıyordu ki bana, bir an afalladım.

Birden elimi tutan el ile dondum kaldım. Yavaşça Werosim'e döndüm. Bir kaos yaratacak kadar içimde patlak vermeyi bekleyen sinir, uçup gitti. Onun kırmızı gözlerine baktım. Yağmur damlaları dondukları yerde çözülüp hızla akmaya başladı. Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım.

Werosim'in elini sım sıkı tutup John'a döndüm. O da durgunlaşmıştı. Konuşacak çok şeyimiz vardı ama biz birbirimizle sinirlenmeden konuşamıyorduk.

Bu yüzden sustuk. John bizi o küçük evlerden birine götürüncede sustuk. Üstümüzü değiştirmemiz için bize zaman tanıyıncada sustuk. Gece çökünce ve John uyumak için bu küçük evden çıkınca da sustuk. Biz bazen susarak konuşuyorduk onunla. Ama bu bana bazen yetmiyordu. Bazen kelimelerin gücüne ve sesine ihtiyaç duyuyordum. O zamanlar John benden ölesiye hem sesini hem de kelimelerini gizlerdi. Ona göre ben sinirliyken sadece bir kaos başlatıcıydım. Her kelime ateşime atılan odunmuş.

Her şeyi unutmak ve daha fazla düşünmek istemezcesine Werosim'in göğsüne sığındım. Onun kokusu etrafımı sararken gözlerimi yumdum. Hem huzurlu hem de huzursuz olacağımı bildiğim bir uykuya kucak açtım.

***

Bir hafta.
Koskocaman bir hafta boyunca John'dan kaçmıştım. Werosim bunun yanlış olduğunu, konuşmamız gerektiğini söylese bile onu dinlememiştim. Bu bir hafta boyunca buradaki insanlar ile tanışmaya ve onlara eğitim vermeye başlamıştık.

Werosim gençlere ve çocuklara ayrı ayrı dövüş dersi veriyordu. Bende büyücülere ve cadılara ayrı ayrı ders veriyordum. Kendisini tutamayan biri olabilirdim ama öğrendiğim şeyleri bir başkasına çok güzel bir şekilde aktarabilirdim. Buna şüphe duymayan John onlara ders vermemi rica etmişti. Gerçi bunu o değil onun yerine onun yaşlarında büyücü bir kadın yapmıştı. Bir an kabul etmek istemesem bile bunun saçma olduğunu düşünüp kabul etmiştim.

Bu bir hafta boyunca yaptığımız tek şey bunlardı. Birde gece olunca birlikte yemek yiyip büyük bir ateş yakıyorduk. Akşam herkes uyku vaktine kadar o ateşin etrafında oturup sohbet ederdi. Bu sefer buna burun kıvırıp istemeyen Werosim'di ama onu kendimle beraber zorla getirmek benim için sıkıntı olmamıştı. Yan yana oturup bazen sohbet ederek bazen de susarak ateşi izliyorduk. Gün geçtikçe Werosim'e olan duygularım artıyordu, güçleniyordu ve beni zorluyordu. Onda da aynı durum var mıydı, bilmiyorum ama bana olan bakışları artık daha yoğundu.

"Yine daldın." Duyduğum ses ile silkindim. Yine gece çökmüştü ve yakmış olduğumuz büyük ateşin etrafında oturuyorduk. Başımı biraz daha Werosim'in omzuna bastırıp,
"Düşünmeden duramıyorum," demem ile saçlarımı okşayan eli bir an durdu. Biliyorum o da sürekli düşünüyordu. Nasıl bir sonun bizi beklediğini ikimizde merak ediyorduk.

Ateşle olan göz temasımı kesen karanlık bedene baktım. Başımı yavaşça Werosim'in omzundan kaldırdım. Bize doğru gelen suilete bakmaya devam ettim. Werosim ayağa kalkınca ona baktım.
"Nereye gidiyorsun?" Sorum ile eğilip iki elini yanağına koyup alnımı öptü.
"Güzelim artık kaçamazsın konuşmanız gerekiyor." Elimi onun elinin üstüne koydum. Gitmesini istemiyordum. Yavaşça gülümseyip elini elimin arasından kurtardı.
"Ben yakınınızda olacağım." Usulca başımı salladım. Bizi duyabilecek kadar yakınımızda olacaktı. Ben kendimi kötü hissettiğim an geri gelecekti.

Werosim'in kalktığı yere karanlık bir şekilde gördüğüm suilet oturdu. Kim olduğunu biliyordum bu yüzden dönmedim. Omzunu yavayça omzuma vurdu. Bu hareketi baktığım ateşi daha da harladı. Sanki ateşten çıkan kıvılcımlar benim gözlerime konuyordu ve gözlerim ateşten bir nehir olup akıyordu.
"Benden çok iyi kaçtın. Zaten bir sen böyle kaçabiliyorsun," son kurduğu kelimelere yavaşça güldü. Haklıydı bir ben ondan kaçabiliyordum. Çünkü bir ben ondan kaçabilecek yolları biliyordum.
"Neden John? Neden her şeyi yapıp bitirdikten sonra bana söylüyorsun?" Kolunu omzuma doladı. Hiçbir şey demedim, diyemedim. Başımı yavaşça eğip omzuna koydum. Annemin ve babamın sıcaklığını taşıyan bir o kalmıştı yanımda zaten. Ondan ne kadar kaçarsam kaçayım, ona asla sırtımı dönemiyordum.
"Sirina ne kadar sabırsız bir ruha sahip olduğunu bilmiyormuş gibi konuşuyorsun." Kurmuş olduğu hafif isyan karışımlı cümlesi ile bu sefer ben güldüm. Haklıydı sabırsızdım, meraklıydım üstüne bir de çok konuşurdum ama bunlar bir neden değildi.
"John, sabırsız oluşum asla bir neden değil bunu sende biliyorsun. Bana burdan bahsetmeme nedenin farklı." Ağzının içinde homurdandı. Bu son zamanlarda daha sık yapmaya başlamıştı.
"Seni durmadan o kadar çok çalıştırıyordum ki biraz nefes almanı istedim. Hiçbir şeyin düşündüğün kadar kolay olmadığını yaşayarak görmeni istedim." Hiçbir şey demedim. Zaten ne diyebilirdim ki?
"Eğer o zaman sana buradan bahsetseydim, sen buraya gelmek için başımın etini yerdin. Seni buraya getirdiğim zamanda, bu kadar yakınken harekete geçmiyor oluşumuzu sorgulayıp dururdun ve tek başına işe kalkışmaya çalışırdın." Aynı anda derin bir nefes aldık. Söylediklerinde haklıydı. Ama şu an üstüme öyle bir sakinlik çökmüştü ki hazır olmadığımızı biliyordum. Bu yüzden saldırmak için ısrar etmiyordum.

"Ben istedim ki kaderini biraz sen belirle. Kaderinin seni götürdüğü yere git." Bakışlarım John'un yan tarafında, bizden uzakta oturup ateşi izleyen Werosim'e kaydı. John da oraya bakıp derin bir nefes daha aldı.
"Aslında benim kast ettiğim şey o değil," bu sefer sesli homurtusu kulağımı doldurdu. Gülerek başımı omzundan kaldırdım.
"Kıskanıyorsun," John bana dönüp gözlerini devirdi.
"Senin gibi kaşı ayrı gözü ayrı oynayan bir kızılın nesini kıskanacakmışım ben?" Yüzümde solmayan gülücük ile elimi zayıf ve kırışmaya başlayan yanağına koydum. Yanağını okşarken tek kaşımı kaldırıp bakmaya devam ettim.
"Hayır, John. Sen beni basbaya kıskanıyorsun." Yüzünü elimin arasından kurtarıp ayağa kalktı.
"Zaten seninle konuşanda hata. Bıdı bıdı bıdı tavuk gibi ötüp başımın etini ye anca." Söylenerek yürüyen John'un arkasından gülerek onu izliyordum. Beni fena halde kıskanıyordu.

John'un gitmesi ile Werosim yanıma gelmiş ve oturduğum yerden kaldırdığı gibi kaldığımız küçük eve yürütmeye başlamıştı. Bu aralar dövüş eğitimleri fazla uzuyordu ve bu onun akşam çok yorgun olmasına neden oluyordu. Aynı evde kaldığımız için bizi evli zannediyorlardı. Bu benim hoşuma gidiyordu. Hatta fazlasıyla gidiyordu.
Evden içeriye girince kapıyı arkamızdan kapatıp kilitledi. Üstündeki ince siyah gömleği çıkarıp bir köşeye fırlattı. Arkadan bana sarılıp boynuma bir öpücük bıraktı. Elimi yüzüne koyup okşadım.
"Sakin ol, hırçın aslanım," bu dediğim ile boynuma doğru güldü. Kollarının arasında dönüp kollarımı boynuna doladım. Göz altında oluşmaya başlayan hafif halkalara ve morluğa baktım.
"Yorgunsun dinlenmen gerekiyor," fısıltım ile yorgun bir tebessüm dudağını kapladı. Parmak ucumda yükselip dudağına bir öpücük bıraktım.

Gözlerimin içine baktı bir kaç saniye. Dudağını yalayıp yavaşça yutkundu. Gözlerimin içine bakıp böyle hareketler yapmamalıydı. Hızlanan kalbim böyle şeyler kaldıramıyordu artık.
"John evli çiftler gibi olduğumuzu ve bunu küçük bir yemin töreni ile kutsamamız gerektiğini söyledi." Kaşlarım çatılırken ona bakmaya devam ettim. Derin bir nefes alıp,
"Bunu istiyor musun?" Benimle, büyücülerin yaptığı bir yemin töreni ile kutsanmak istiyor muydu?

Dudağını kaplayan tebessüm içimin rahatlamasından çok tedirgin olmama sebep oldu.
"Senin o karışık aklından neler geçiyor seçemiyorum ama içinde sen olduğun her şeyi gözüm kapalı kabul ederim. Yeter ki sen yanımda ol." Omzumdan koca bir yük kalkmış gibi başımı çıplak göğsüne koydum. Werosim benim şansım mıydı? Şansım olmasına gerekte yoktu zaten. O benim kalbimi bu kadar derinden etkileyip atmasını sağlıyorsa; şansım değil, nefesimdi.

Werosim benden uzaklaşıp birden kolunu bacaklarımın arasından geçirip beni kucağına aldı. Gülerek kolumu boynuna doladım. Dudağına uzun bir öpücük kondurdum. Geri çekileceğim sırada dudağımı ısırıp çekmesi ile öpmeye devam ettim. Öyle yoğun bir şekilde öpüyordu ki beni, duygular etrafımızı sarmış gibiydi. Biz o duyguların arasında ölmeden defalarca kez yeniden doğuyor gibiydik. Beni yavaşça yatağa bırakıp geri çekildi. Üstümdeki siyah elbisenin arkasındaki ipleri çözüp üstümden çıkarmaya başladı. Karşısında sadece iç çamaşırlarım ile kalırken kalbim göğüs kafesimi zorluyordu.

Werosim yavaşça üstüme uzanıp diğer tarafa geçti. Kalın örtüyü kaldırıp beni de kendisi ile birlikte içine çekti. Beni göğsüne yaslayıp sıkıca sarıldı. Başımı göğsüne yasladım. Kalbinin hızlı ritmi kulağıma hiç söylenmemiş bir ninni gibi çalınıyordu. Saçlarımı okşamaya başlayıp,
"Yorgunuz dinlenmemiz gerekiyor. Seni bu yorgun halinle daha fazla yoramam." Derin bir nefes alıp başımı göğsüne daha fazla bastırdım. Kolumu beline dolayıp gözlerimi yumdum. Haklıydı, dinlenmemiz gerekiyordu.

*

Gecenin karanlığında ciyaklayan kartal sesleri ile gözlerimi açtım. Başımı yavaşça Werosim'in göğsünden kaldırdım. Karanlıkta yüzünü görmüyordum. Yavayça yataktan çıkıp Werosim'in üstümden çıkarıp yere attığı elbiseyi aradım. Bulduğum elbiseyi üstüme geçirdim. Arkasındaki ipleri gelişi güzel bağlayıp kapıya yöneldim.

Kapının kilidini açıp dışarıya çıktım. Kartal sesleri azalmak yerine çoğalıyordu. Bu sesi karışan başka bir ses duydum.

Başım dönerken ayakta durmak için çaba sarf ettim. Yavaş ve sarsak adımlar ile yürümeye başladım. Yarım ay ışığı gecenin bu karanlığını aydınlatmaya yetmiyordu. Her adımımda gittikçe yükselen kartal sesleri canımı sıkmaya başladı.

'Sirina.'

Kulağımın dibindeymiş gibi duyduğum fısıltı ile etrafıma baktım. Kimse yoktu. Yeniden yürümeye devam ettim. Nereye yürüdüğümü veya amacımın ne olduğunu bile bilmiyordum. Sadece sürekli kulağıma adımı fısıldayan sesin sahibini bulmak istiyordum. Başım hala dönüyordu ve bu dönme midemi bulandırıyordu.

Uzaktan duymaya başladığım adım sesleri ile etrafıma baktım. Hiçbir şey yoktu. Kimse yoktu. Gizlilik ve koruyucu bariyerinden geçtiğimi hissettim. Bu bile durmama yetmedi. Ayaklarım varmam gereken yeri biliyormuş gibi yürümeye devam ediyordu.

Başım yavaşça sallanmaya devam ederken ağzıma gelen iğrenç suyu geri yuttum. Şu an durup kusmam sadece zaman kaybı olurdu. Kusmamalıydım. Başımın üstünde uçan kartalın ciyaklaması ile durdum. Gökyüzüne baktım. Ayın etrafa saçtığı ışığının altında bir sürü kartal vardı. Hepsi tam olarak başımın üstüne denk gelecek şekilde uçuyorlardı. Onlara anlam veremiyordum.

'Sirina.'

Kulağıma yeniden fısıldayan ses ile irkilip yoluma devam ettim. Kartallar hep bir ağızdan yeniden ses çıkarmaya başladılar. Sanki beni durdurmak istiyorlardı. Yürüdüğüm yolun yanlış olduğunu ve hemen geri dönmemi arzuluyorlardı. Onlarda hissettiğim en ağır duygu ise; korkuydu. Benim başıma bir şey gelecek diye korkuyorlardı. Ama bu ağır hisler bile beni durdurmadı.

Sanki transa girmiş gibiydim. Sadece yürümem gerekiyordu. Kolumu çizen dalları önemsemedim. Ne kadar yürüdüğümü bilmiyordum ama durduğum zaman derin bir nefes aldım. Etrafımda kimse yoktu. Yavayça dizlerimin üstüne, yere çöktüm.

"Sirina," nefes nefese adımı seslenen kişiye döndüm. John gözlerindeki dehşet ifadesi ile bana bakıyordu. Ona baktım. Kollarımı geriye doğru büküp uzattım.
"Sirina, dur!" John'un bağırtısını bile dikkate alamadım. Bende durmak istiyordum. Ama dönen başım, bulanan midem ve sürekli kulağımda adımı fısıldayan ses durmamı engelliyordu.
Geriye çevirdiğim ellerimin arasından yavaşça süzülen mavi ışık karanlık geceyi aydınlattı. John'un yüzüne yansıyan ışık gözlerini net bir şekilde görmemi sağladı. O da benim için korkuyordu. Yavaş bir şekilde gözlerimi de kaplamaya başlayan mavi ışık, içimin durdurulamaz bir güç ile dolmasını sağlıyordu.

Birkaç ağacın devrilme sesini işittim ama yine de duramadım. Ben durmak istiyordum. John'un gözlerinin içine içine baktım. Beni durdurmasını öyle kör bir istekle istiyordum ki, şu an o bile beni durduramazdı, biliyordum.

Bana gelmeye çalıştıkça çarptığı görünmez duvar onun sinirlenmesine neden oluyordu. Onun yaşadığı siniri, öfkeyi içimde yaşıyormuş gibi arkaya uzattığım ellerimi öne çevirdim. Elimi döndürdükçe etrafında dans ediyormuş gibi görünen mavi ışığa baktım. Mavi ışık koyulaştıkça canımı yakıyordu.

Başımı gökyüzüne kaldırıp aya baktım. Ağzımı açıp çığlık attım. Boğazım ağrıyana kadar, sesim kulağımı tırmalamaya devam edene kadar, ses tellerim kopacakmış gibi hissedene kadar...

Avuçlarımın etrafını saran mavi ışık etrafımdaki ağaçları yakıyordu. Ağaçların külleri etrafımı sardı. Aldığım her nefeste ise ağaçların yanarken çıkardığı koku ciğerimi yakıyordu. Elimdeki mavi ışığı gökyüzüne tutup avazım çıktığı kadar yeniden bağırdım. Ağaçların yanmış olan kırmızı külleri mavi ışığı takip ederken yukarıya doğru tırmanmaya başladılar. Sanki tek bir ritimle yukarıya çıkmaya çalışan bir dansçı gibiydiler. Süzüldüler, süzüldüler ve süzüldüler.


Benim çığlığıma kartalların korku dolu çığlıkları karıştı. Kimseye bir şey olmuyordu. Kimsenin canı yanmıyordu. Ben her şeyi kendime yapıyordum. En sonunda ellerim kucağıma düştü. Parmaklarım acıyla kıvrıldı.

Gökyüzüne uçan ağaçların kırmızı ölü külleri yağmur damlaları gibi üzerime yağıp etrafıma saçıldı. John gözlerindeki korku dolu ifade ile bana baka kaldı. Yorgun bedenim ileri geri sallanıyordu. Kartallar hala başımın üstünde, yukarıda uçuyorlardı. Durmadan çıkardıkları ses ağıttı sanki. Gecenin ağıdı, kül olan ağaçların ağıdı, bu gece yüreklere çöken korkunun ağıdı...

Yavaşça gözlerimi yere indirdim gördüğüm şekiller ile kalbim korku ile kasıldı. Bu gerçek miydi?

Dermanı kalmayan kollarım ile ayağa kalkmaya çalıştım. Bana doğru hızla yürüyen John, sallanan ve güçten düşen bedenimi kucakladı. Biraz uzaklaşıp şekle baktık. Bu imkansızdı değil mi? İmkansız olsun, lütfen.

Az önce yanmış olan ağaçların kırmızı küllerinden oluşmuş bir şekil vardı. Kırmızı küller, kırmızı bir ışık saçarak, gecenin karanlığını ortadan ikiye bölerek parlıyorlardı. Kolları birleşmiş altı üçgen vardı. Arasında oluşan boşluğa ise benim göğsümde oluşan şekil vardı. Sadece buradaki şekilde yılan yoktu ve aşağıya doğru sarkan sarmaşık şeklinde yapraklar vardı. İç tarafta üçgenlerin birleştiği kısımlarda küçük üçgenler vardı. Bu şeklin ne olduğunu bilmiyordum ama ne anlam ifade ettiğini iliklerime kadar hissediyordum.

Başım ağır çekimdeymiş gibi John'un omzuna düşerken gözümden bir damla yaş aktı. Dermanı kalmamış bedenim yüzünden kolumu bile kaldıramıyordum.

"John," diye fısıldadım. Sesim acıyı doğurup sonra onu haince katletmiş gibi çıkmıştı. Evet ben bu gece bir acı doğurmuştum ama rahmimle değil, yüreğimle. İçimde kor gibi başlayan korku ile doğurmuştum.
"Ben, kendi sonumu kendim hazırladım." Söylediğim şey ile bedeni kaskatı kesildi. Beni tutan elleri daha da sıkılaştı. O da biliyordu. Aslında bilmekten ziyade hissediyordu. Benim sonum gözlerimizin önündeydi. Artık kartallar bile susmuştu. Bizimle birlikte sonuma bakıyorlardı.

Sonra birden bu serin havayı delip geçen küçük beyaz tanecikler gökyüzünden aşağıya süzülmeye başladı. Sanki şuan da meleklerin ait olduklarını iddia ettikleri cennetten kovuldukları ve şeytanların ait olduklarını iddia ettikleri cehenneme sürüldükleri andı. Melekler cennetten kovulup cehenneme gittikleri için ağıt yakıyorlardı. Ve Kar bizim üstümüze ve şeklin üstüne yağarken korkudan buz tutmuş yüreklerimize etki etmiyordu. Halbuki ben karın yüreğimizi buz tutması için yağdığını düşünmüyordum. Gökyüzü de kartallar gibi bu gece bize ağıt yakıyordu.

Ve cennetten sürülüp cehenneme tutsak edilen melekler bana lanetler yağdırıyordu.

(Yerde oluşan şekil.)

****

Selamlarrrrrr

-Eee bölüm nasıldı?

-Sizce oluşan şeklin anlamı ne?

-Soru-cevap bölümü yapmak istuyorum. Sorularınız ve aklınızı kurcalayan bir şey varsa buraya yazın lütfen.

Ayrıca bilim kurguda 5. Sıradayız... teşekkür ederim♡

Mor kalpler burayaaa💜💜

Sizi seviyorum♡

#HAYALETOKUYUCUOLMAYIN

Continue Reading

You'll Also Like

39.2K 4.4K 62
Taylan, on dört ciltlik bir fantastik romanın son cildini bitirince büyük bir hayal kırıklığına uğrar ve ufak bir sinir krizinden sonra geçirdiği ufa...
4.5K 143 3
İlk yaratılandan sonra yüzyıllardır doğan fakat kuyruklarında hiçbir zaman kavuşamayan Bölge Efendileri, sonuncu doğan Marise Hilal ile yeni dönemine...
1.3K 228 8
Gözlerim karşımda dizilmiş ve benden komut bekleyen askerlerde gezindi. Her şey hazırdı, Doğu Krallığını korumak için görevlendirilmiştik. Halk ve he...
14.7K 482 16
Kuruluş Osman senaristlerine meydan okumak için buradayım. Her bölüm birbirinden bağımsız konulardan oluşacak. Kitap olmadan okuyunuz, teşekkürler. ...