Son Bekçi I Büyü Bekçileri - 1

By busepjo

83.9K 7.6K 1.7K

Wattys 2020 Fantastik Kazananı Karpem yüzyıllar boyunca büyünün merkezi olmuştur. Dominik Dormen, hayatının b... More

Giriş
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Dominik
Valerie
Dominik
Sözlük
İkinci Kitap! Kara Kahin - Büyü Bekçileri 2

Dominik

2.6K 212 106
By busepjo

Uzun yıllar bilgi ve eşya hırsızlığının verdiği çeviklikle Yusar göz açıp kapayıncaya dek ortadan kayboldu. Dominik ise eliyle başını tutan sarışın kıza bakakaldı.

Kaçması gerektiğini anladığında kız çoktan ona bağırmaya başlamıştı. Dominik başlığını öne çekip adımlarını hızlandırdı. Kalbi kulaklarında atıyordu. Eğer kız onun yüzüne baksa ve onun kim olduğunu tanısaydı başı büyük derde girerdi. Son Bekçi bir kıza taş attı! Bu haber duyulursa başına ne gelirdi?

Daha doğrusu, ne gelmezdi?

Neredeyse hiç parası olmadığı için para cezası yiyemezdi. Teknik olarak zaten hapis hayatı sürdüğü için onu hapse de attıramazlardı. Birini taşlamak ölmek için yeterli bir sebep değildi.

En azından Dominik öyle olmadığını düşünüyordu.

Para attığı havuzun önüne vardığında ellerini dizlerine koyup nefes almaya çalıştı. Her gün en az iki kez dokuz kat merdiven inip çıkması hareketli bir hayatı olduğu anlamına gelebilirdi. Ama bu merdiven inip çıkmanın dizlerini ağrıttığı gerçeğini de değiştirmiyordu. Üstelik Dominik hayatı boyunca neredeyse hiç koşmamıştı. Bu kadar koşabileceğini de hiç düşünmemişti.

Sonunda önünü görebilecek kadar kendine geldiğinde birine yakalanma ihtimalini görmezden gelip başlığını indirdi. Saçları terden sırılsıklam olmuştu.

İnsanlar evsizlere güvenmemekte ne kadar da haklı.

Sırtında o kirli elleri hissettiğinde bu sözü sesli söyleyip Yusar'ın bütün yakınmalarını dinlemeye hazırdı. Ama başını çevirip elin sahibine bakınca onu yüzüne çarpan bir tokat karşıladı.

"Ki sik! Kafama taş atıp kaçabileceğini mi düşün-?"

Kızın yüzünde kendi hissettiği şaşkınlığı gördü. Eli istemsizce yüzüne gitti. Kız yanağının yerini ayarlayamadığı için sadece elinin yarısıyla vurabilmişti. Zaten küçük elleri canını yakacak kadar güçlü değildi ama...

"Bana tokat attın." Dominik kızın dağılmış saçından neredeyse yere düşmek üzere olan kırmızı bandanaya baktı. Kız da onun gibi nefes nefeseydi ve yüzü de saçındaki bandana kadar kırmızıydı.

"Evet!" dedi hışımla. Üzerinde bir önlük vardı. Hanlar sokağındaki hanlardan birinde çalışıyor olmalıydı. "Çünkü kafama taş attın."

Kızın onun kim olduğuna dair bir şeyler söylemesini beklemişti ama nedense o hala taş hakkında konuşuyordu. Ben lanetli son bekçiyim ve sen bana yumruk atacak kadar canına susadın?

Üstelik onunla aptal bir taş hakkında da sohbet ediyordu.

"Taşı ben atmadım." Elini yanağından çekerken pelerininin başlığını yukarı çekti. Gözlerini kızdan kaçırmak istemiyordu ama kız ona öyle ağzı açık bakarken bunu yapmak çok zordu. "Taşı evsizlerden biri attı."

Kız kollarını göğsünde kavuştururken onun gibi gözlerini kaçırdı. "Neden kaçtın o zaman? Eğer söyleseydin sana kızmazdım ki!"

Başını kaldırıp kızın kızarmış yüzüne baktı. Her zaman kısık sesle konuşurdu ama bu sefer sesi bu boş sokakta bile duyulmayacak kadar sessizdi. "Neden kaçtığımı biliyorsun."

Kız bir anda başını kaldırıp gözlerine baktı. Üzerindeki iki kat elbiseye rağmen ne kadar zayıf olduğu görülüyordu. İnce sesi de bu küçük görüntüsüne yardımcı olmuyordu.

Dominik önce kızın kaşının seğirdiğini zannetti... Sonra kaşlarını çatmaya çalıştığını fark etti. "İyi o zaman."

Buna ne cevap vermesi gerektiğini bilmiyordu. Sessizce kızın yüzüne bakmaya devam edince kız da ona aynı şaşkınlıkla karşılık verdi. Ben bir senedir ilk defa biriyle tanışıyorum. Burada senin konuşman gerek!

Eğer başka bir ses onların sessiz konuşmasını bölmeseydi içinden bir ses bu sessizliğin sonsuza dek devam edebileceğini söylüyordu.

"Bu geçen günkü çıtır değil mi!" İçki kokan sesleri tanımak hiç de zor değildi. Dominik başlığını öne indirecek oldu ama eli havada kaldı. İlk defa korkması gereken kişi o değildi.

Kız gözlerinin önünde iyice küçüldü ama gözlerindeki bakış tam aksine sertleşti. Belli ki daha önce de sarhoşlar tarafından rahatsız edilmişti. Dominik başı eğik bir şekilde kızın yanında dururken altı ayak saydı.

Üç kişi.

"Yine ne istiyorsun Huek?" Kızın ince sesi yükselince bir cırlamaya dönüştü. "Eğer bana dokunursan Berun seni ikiye ayırır."

Huek denen adamın yüzünü göremedi ama hırıltılı kahkahasını duydu. "Şimdi şurada öpsem seni... Berun nereden bilecek? Ya da... şu ipek gibi olan saçlarını okşasam...kim bana engel olabilir ki?"

"Huek." Kız ellerini iki yanında yumruk yapmıştı. "Arkadaşlarını alıp buradan gitmezsen seni ikiye ayırırım. Anladın mı?"

Başka bir adamın gülmeye başladı. "Dediğin kadar varmış be Huek! Bir içim su... Ama şu lafları yok mu... Şimdi daha çok sevdim onu!"

Kız geriye doğru bir adım attı.

"Huek, arkadaşına söyle, gerilesin yoksa..."

"Ben bu lafları yemem mi bitae. Beni Berun ile korkutamazsın. Bu şehirde bana karşı koyacak kimse yok."

Dominik o zaman başını kaldırıp karşısındaki adamın yüzüne baktı. Kızın iki katı yaşında ve iki katı büyüklüğündeydi. Yusar'ı bile güzel kılacak kadar çirkin bir suratı vardı.

Gözünün önünde Garrek'in yüzü belirdi. Uzun zamandır Garrek'ten azar yememişti. Arayı çok açmışım demek ki. Yaşlı dostunun tiz sesi şimdiden kulağını tırmalaya başlamıştı.

Başını tekrar eğip ondan birkaç atım ötede duran kızın eline uzandı. Kızı kendine çekmesiyle kızın ona doğru savrulması bir oldu. Başını kızın kulağına yaklaştırıp sadece onun duyabileceği kadar kısık sesle konuştu. "Sakın itiraz etme. Sana işaret ettiğimde kaçmazsan ikimizin de canı... fena yanar. İşaret Dimir şi nira."

"Ne? Ama senin..." Dominik kızı eliyle susturdu.

"Bu ki sik de kim?"

Kızı arkasına alıp öne doğru bir adım attı. "Az önce bu şehirde sana karşı koyacak kimsenin olmadığını söylemiştin. Sana karşı koyacak kişi benim."

Adamın yüzünün morardığını görmek için başını kaldırmasına gerek yoktu. Söylediği sözün yaratacağı tepkinin farkındaydı.

"Ne dedin sen?"

Dominik hala adamın yüzüne bakmıyordu. "Ne dediğimi duydun."

"Sen de kimsin be? Şu tipine bak! Bu cılız halinle bize kafa tutabileceğini mi sanıyorsun?" Konuşan Huek'ti. Adamın ayaklarının ona yaklaştığını gördü. Ama bir şey adamı durdurdu.

"Bırak. O benim."

Dominik bu sözlerin Garrek'in hoşuna gitmeyeceğini biliyordu. Ona yaşananları anlatması gerektiğinde bu sözleri hikayesinden çıkarmayı aklının bir kenarına not etti. Gerçi dayak yedikten sonra aklını düzgün kullana bilecek miydi? İşte ondan pek emin olamadı.

Korkması, daha da ötesi kaçması gerekiyordu. Tanımadığı bir kız için hayatını neden tehlikeye atıyordu ki? Bu kız sürekli bu insanlarla karşılaşıyor olmalıydı. Belki gerçekten dediği gibi bu adamları ikiye ayırırdı.

Keşke eski insanların sahip olduğu becerilere sahip olsaydı. Mesela bir ölüm öpücüğü. Karşısındaki adamları bir bakışıyla öldürebilseydi hiç tereddüt eder miydi? Tereddüt etmeyeceğini fark etmek onu hiç şaşırtmadı.

"Tek başına beni alt edebileceğini mi düşünüyorsun?" Dominik öfkenin insanlara ne yaptığını çok iyi biliyordu. Her ne kadar yıllardır yeni bir insanla tanışmamış da olsa sarayda geçirdiği yıllarda insanların duygularıyla ne kadar kolayca yönetilebileceğini öğrenmişti.

"Sen...Sen..." Adam sinirle güldü. "Seni öyle bir döveceğim ki bir daha böyle laflar etmek için çeneni açamayacaksın."

Lütfen yüzüme vurma. Garrek şehirdeki son bekçi olarak dış görünüşüme önem vermem gerektiğini söylüyor.

Bazen iç sesinin sesli olmasını isterdi. Bu da öyle anlardan biriydi. Başını adamın yüzünü görecek kadar kaldırdığına ona doğru uçan yumruğu görmekte ne kadar geç kaldığını fark etti. Yaşadıklarını düşününce şanslı biri olduğunu söyleyemezdi. Ama bu gece ya onun talihi dönmüştü ya da korumaya çalıştığı kız gerçekten karşısındaki adamları ikiye ayıracak bir talihe sahipti.

Yumruk onu es geçip boşluğa değince Dominik adamın yere düşüşünü izledi.

Belki de kız haklıydı. Kızın dediği gibi en başında hiç kaçmamış olsaydı ne kız ona saldırırdı ne de insanlar dönüp onun kim olduğuna bakardı.

Birisi onu sırtından ittirince kurduğu hayal bozuldu. Taşlı zemine, az önce yere düşen sarhoşun yanına düştü. Elleri taşlı zemine çarpınca yıllar öncesinden kalan yaraları sızladı.

Karnında keskin bir acı hissettiğinde beklediği zamanın bu olduğunu anladı. Ondan birkaç adım ötede durduğunu varsaydığı kızın sesi gecenin sessizliğini bozdu.

Ah, lütfen bağırma. Bunu sesli söylemek isterdi ama bir tekme daha yerse bunu söyleyecek gücü kalmayacağını biliyordu. Bu yüzden yıllardır kullanmadığı bütün sesini başka bir şey söylemek için kullandı. Etrafta eski dili iyi bilen birisi olsaydı ona katıla katıla gülerdi.

"Dimir şi nira!"

Ama Huek ve dostları gülmedi. Meydan ölüm sessizliğine bürününce birinin adım seslerini duydu. Gözünün önüne kızın sarışın saçlarını tutan kırmızı bandana düştü.

"Ne dedin sen?" Biri onu pelerininden tutup çektiğinde ayakları yerden kesildi. Huek onu havaya kaldırınca adamın içki kokan nefesi midesini bulandırdı.

"Ne dediğimi mi duymak istiyorsun?" Artık sesini yükseltmesine gerek yoktu. Huek'in gözleri onun yüzünde gezinirken kısa bir süre önce kızın gözlerinde gördüğü tepkiyi gördü. Aynı şaşkınlık, aynı korku.

"Yoksa...istediğin kim olduğumu öğrenmek mi?"

Huek'in ondan çok daha sarışın ve iri olan arkadaşı en az onun kadar kırmızı bir yüzle yalpalayarak ona doğru yürüdü. "Bu kim?"

Huek oraya geldiğinden beri eksik cümleler kuruyordu ama hayreti ondaki konuşma becerisini tamamen bitirmişti. "Bir kez resmini görmüştüm... sen..."

Dominik en son ne zaman tam adını kullandığını hatırlayamadı. Hayatı bu ismi ve arkasından gelen unvanı saklayarak geçirmişti. Böyle bir anda işine yarayacağı hiç aklına gelmezdi.

"Evet, benim..." Boş midesindeki acı su genzini yaktı. "Benim adım Dominik Dormen. Ben Son Bekçiyim. Nam-ı değer Miketsi."

Boynundaki eller bir anda gevşedi. Ayakları tekrardan yere değdi ama Huek ellerini çekemeyecek kadar şaşırmış duruyordu. "O söylediğin şey... Ne-Ne dedin sen?"

Bulunduğu durum o kadar komikti ki kütüphanede geçirdiği onca yıldan sonra kullanmayı unuttuğu kaslarının ondan habersiz hareket ettiğini fark etti. Gülerken çıkardığı sesin neye benzediğini unutmuştu.

"Ne söylediğimi mi merak ediyorsun?" Genzinden gelen sesi kısık çıkmıştı. Huek'in çapak dolu gözleri titredi. "Dimir şi nira. Lanet demek. Yanlış duymadın, az önce seni lanetledim."

Hayatında en son ne zaman böylesine büyük bir kumar oynadığını hatırlayamadı. Karşısındaki insanların aptallığına karşı oynamıştı. Elinde de yıllarca emek verdiği eski dil bilgisi vardı. Bir de cesareti.

Ya da Garrek'in deyimiyle aptallığı.

Buradan dayak yemeden -yediğinden daha fazla dayak yemeden çıkma ihtimali çok düşüktü. Kör kütük sarhoş olmalarına rağmen bu adamlardan biri söylediği kelimnin ne anlama geldiğini bilebilirdi. Ya da daha basiti, onun Son Bekçi olduğuna inanmayabilirdi.

Ama ikisi de olmadı.

"Huek... bu çocuk cidden o... miketsi mi?"

Yerdeki sarhoş ayağa kalkmış ona bakıyordu. Adamların yüzüne bakarken ciddi görünmeye çalıştı ama gülümsemesini tutamıyordu. Ciddi görünmenin onları daha çok korkutacağını düşünmüştü ama o güldükçe karşısındaki adamların yüzü daha da çok soluyordu.

"Yalan söylüyorsun." dedi Huek ama sözlerine kendinin bile inanmadığını belliydi. Dominik bu kumara güvenerek yoluna devam edebilirdi ama kız meydandan ayrılalı uzun zaman olmuştu. Burada onu ölesiye dövseler şehirdeki ölülerin bile haberi olmazdı.

"Ben doğduktan sonra annem de babam da öldü. Ben saraya yerleştikten sonra saray gökyüzünden düştü."

Elini kaldırdı ve ona parmaklarındaki kızıl beyaz çizgileri gösterdi. O karanlık gecenin sızlayan hatıralarını. "Sence," dedi Dominik, Huek gözlerini onun elinden -elindeki yaralardan- ayıramıyordu. "Ölmekten korkacak birine mi benziyorum? Ya da... senin gibi birinden korkacak birine?"

Garrek ona sesinin hep çok ruhsuz çıktığını söylerdi. Eğer bu ruhsuz sesin Dominik'in hayatını kurtardığını bilseydi ona yine böyle laf eder miydi? Sırf yaşlı dostunun yüzündeki ifadeyi görmek için bile yiyeceği azarlara katlanmaya değerdi.

Gülmemeye çalışmanın hiç bu kadar zor olacağını düşünmemişti.

"Huek, bırak bu çocuğu! Annesinin karnını yırtarak çıktığını duydum. Hatta... Saraydakileri öldüren de o olmuş. Yoksa koskoca Marek Marmares ölebilir miydi?"

Kahkaha atmamak için dudaklarını ısırdı. Huek'in yüzü havuzun mermerleri kadar beyaz olduğunda pelerinini tutan eller çekildi.

"Yürü Huek. Kar bulsun! Si kitsi!" Bütün şehirde karşısına çıkacak kimsenin olmadığını iddia eden adam arkadaşı Huek'i çekiştirerek götürürken Dominik onları hareketsizce seyretti. Huek arkadaşı onu sürüklerken sık sık arkasına dönüp ona baktı.

Dominik bu boş bakışlara aynı şekilde karşılık verdi.

Adamların üçü de gözden kaybolduğunda elini beline götürüp yüzünü buruşturdu. Gecenin geri kalanını da uykusuz geçirecekti.

Biri koşar adım önünde belirince korkarak geri çekildi. Artık Lanetli Bekçi rolünü oynayacak hali kalmamıştı.

Karşısına çıkan kirli yüzün Yusar olduğunu görünce derin bir nefes verdi.

"Hele o adamlar neydi öyle!" Yusar konuşurken bir yandan da çılgınlar gibi gülüyordu. "Kar aşkına! Seni öldürüverecekler sanıverdim. Doğru söyle bana! Yoksa... Yoksa onları lanetledin mi?"

"Seni de mi lanetlememi istiyorsun?" Karnı o kadar ağrıyordu ki oflayarak yere eğildi. Midesinde hiçbir şey olmasa da öğürmek istiyordu.

"Ta-tamam... ciddi değilsin, değil mi?" Yusar iyice dibine girip başını aşağı eğdi. "Yoksa ciddi miydin?"

"Kar aşkına... git başımdan! Tabii ki ciddi değildim."

Yusar garip sesler çıkarsa da geri çekildi. Dominik tam nefes alacak fırsatı bulduğunu düşünürken aynı pis koku tekrardan dibinde belirdi. "Peki onlara ne dedin? Biraz eski dili bilirim ama o cümleyi hiç duymamıştım."

Cümlenin anlamının ne olduğunu hatırlayınca keyfi biraz olsun yerine geldi. "Bir bitkinin adı. Kabızlığa iyi gelir." Garrek'in en sevdiği çayın hayatını kurtaracağını da aklına gelmezdi.

Yusar hayret dolu gözlerle ona baktı. "Beni kandırıyorsun."

"Biraz daha konuşursan, gerçekten lanet anlamına gelen cümleler kullanırım."

"Tamam, tamam! İyi de tekmelediler he seni! Son bir şey! Şey... hani para verecektin ya..."

Senin yüzünden dayak yedim, bir de benden para mı istiyorsun? Dominik başlığını geçirirken sırtını ona döndü.

"Bana borçlusun Yusar. Bunu unutma."

"Ama param..."

Dominik göz ucuyla Yusar'ın ayaklarının önünde duran kırmızı bandanaya baktı. Bandanayı cebine attıktan sonra eliyle havuzu gösterdi. "İşte paran."

Continue Reading

You'll Also Like

48.5K 3.8K 30
Anılar, ruha sinmiş tatlı bir kokuya indirgendi. Yaşananlar, kan sızdıran lanetlere gebe halde. Masumiyet bir hançerin ucunda asılı kaldı. Kader o gü...
124K 11.5K 38
🏆WATTYS 2020 BİLİMKURGU KATEGORİSİ KAZANANI🏆 [TAMAMLANDI] Zaman Yöneticisi Serisi - 1. Kitap Gelecek, geçmişi de içinde barındıran bir yere dönüşmü...
5.2K 703 7
"Gökte yan yana uçan iki kuş, Yerde bir ağacın sıkıca sarılmış dalları olacağız." Günlerin sonunda dünya ve cennet bile kaybolur. Ama ayrılığımızın...
690K 60.9K 66
#Wattys2018longlist 05/01/2018 Bilim kurgu #1 Dünya tamamen değişmişti. Savaşlar, kaos, atom bombaları insan soyunu neredeyse tüketmiş ve dünyayı...