Son Bekçi I Büyü Bekçileri - 1

By busepjo

83.9K 7.6K 1.7K

Wattys 2020 Fantastik Kazananı Karpem yüzyıllar boyunca büyünün merkezi olmuştur. Dominik Dormen, hayatının b... More

Giriş
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Dominik
Valerie
Dominik
Dominik
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Valerie
Dominik
Valerie
Dominik
Sözlük
İkinci Kitap! Kara Kahin - Büyü Bekçileri 2

Dominik

4.5K 254 101
By busepjo

Gecenin geç saatlerinde sokakta sadece evsizler vardı.

Marmares her geçen gün ülkenin dört bir yanından göç alıyor ve evsizlerin sayısı da günden güne artıyordu. Bu yüzden sıradan bir insan için bu saatte dışarı çıkmak çok tehlikeliydi.

Ama Dominik için gündüz vakti dışarı çıkmak, geceleri dışarı çıkmaktan çok daha tehlikeliydi.

En azından geceleri tanınma ihtimali daha azdı. Lanetli bir genç karınlarını doyurmayacağı için evsizler onunla ilgilenmiyordu.

Çoğu zaman.

Rüzgâr pelerininin eteklerini uçururken kütüphaneye ilk geldiği zamanlar ne kadar üşüdüğünü hatırladı. Şimdi o günler gerçekten de yıllar öncesinde kalmış gibi hissettiriyordu.

Köprünün diğer yanında, eski şehrin en kalabalık meydanlarından biri vardı.

Cebindeki son kuruşu meydanın ortasındaki kurumuş havuza atarken bakır paranın zeminde çıkardığı ses kulaklarını çınlattı.

Ellerini tekrardan cebine sokarken terk edilmiş meydan boyunca yürüdü. Önünde birkaç kişi belirince adımlarını hızlandırdı. Başı eğik yürüdüğü zamanlarda etrafındakilerin varlığını adım sayılarından tanımayı öğrenmişti.

Bu gece şans, eğer öyle bir şey varsa, ondan yanaydı. Kimse ondan tarafa bakmadı, o meşhur kelimeyi fısıldamadı.

Belki de şans gerçekten vardır. Sadece geçen altı senede Dominik'in tarafına uğramamıştı. Bu şansın var olmadığı anlamına gelmezdi, değil mi?

Yavaşça iç çekerken Hanlar Sokağı'nın ışıklarının yansıdığı taşları izledi. Bazı günler başını hiç kaldırmamasına rağmen birileri onu tanırdı. Zaten birinin tanıması demek, sokaktaki diğer herkesin ona dönmesi anlamına gelirdi.

Madem ona bu kadar meşhur bir isim verilmişti, onu bu şöhretten koruyacak özel bir başlık da yapılmalıydı. Belki eski zamanlardaki o süslü maskelerden birini takabilirdi. Muhtemelen de maskeli yüzü kendi yüzünden daha az dikkat çekerdi.

Kütüphaneden çıktığı günler -geceler- bir elin parmağını geçmezdi ama nasılsa insanlar onun neredeyse yarısını gördükleri yüzünü tanıyordu. Oysa yüzünü en son bundan altı sene önce saraydan ayrıldığı gün görmüşlerdi.

Hanlar Sokağı ölmüş şehrin ayakta duran tek yeriydi. İnsanlar sokaklarda gülüşerek yürüyor, sarhoşlar sesli bir şekilde konuşuyordu. Işıklı hanların birkaçından da eski şarkıların tatlı sözleri duyuluyordu.

Buz gibi havaya rağmen sokaklarda oturan onlarca insan vardı. Dominik onların arasında hızlıca yürüyüp hanların karşısına geçti. Sırtını eski dükkanlardan birinin duvarına dayadı. Üzerindeki eskimiş pelerin ve başlığıyla o da en az diğerleri kadar evsizdi.

İlk kez kendinde insanların arasına karışacak cesareti bulduğunda on yedi yaşındaydı. Sorsalar, o yaşına kadar korkuyu defalarca öğrendiğini söylerdi. Ama o gün korkudan yol boyunca dizleri titremişti.

Korktuğunu itiraf etmek kimse için kolay değildi. Ama Dominik o gece korktuğunu sadece kabul etmemiş, korkmak hoşuna gitmişti. Artık günün güneşin batmasıyla değişmediği hayatında değişmemesine rağmen kalbini titretebilecek bir şey bulmuştu.

Hayatında tahmin edemediği tek şeydi ölüm. Geri kalan her şey aynıydı. Hep aynıydı.

Her an sağına soluna bakarak Hanlar Sokağı'na geldiği günün üzerinden üç yıl geçmişti. O zamana kadar saraya gittiğinde mutlaka yanında biri olur, Dominik yol boyunca yeri seyrettiği kadar ona eşlik eden savunucunun kılıcını da seyrederdi.

Şimdi o kılıçlar yerine yerdeki taşları sayıyordu. Islak, kaygan ve yamuk yumuk taşları.

Buraya ilk geldiği gün de bu duvarın önünde hareketsizce durmuştu. O zamanlar önündeki taşlara bakmaya bile korkardı. Oysa bu sokaktaki insanların çoğu sarhoş, hepsi de kendi derdindeydi. Bunu öğrenmesi birkaç gününü almıştı.

"Ki derinaz (hoş geldin), miketsi."

Başını hafifçe -yüzünü göstermeyecek kadar- kaldırıp sağında duran adama çevirdi. Onun da üzerinde delikli, rengi kaçmış bir pelerin vardı. Tahminlerine göre ondan beş altı yaş büyüktü. Ama saçları sakallarına karışmış, kemikleri birbirine yapışmış diğer her evsiz gibi onun yaşını da tahmin etmek çok zordu.

"Sen bu saatte buralara gelmezdin, hayırdır?" Adam sırtını onun yanındaki duvara dayayıp hırlamaya benzer bir sesle yere çöktü. Dominik de onun gibi dizlerinin üstüne çökünce adamın üstünden yayılan kir kokusunu burnunu sızlattı.

"Ne oldu? Yoksa rüyanda beni mi gördün?"

Bir elini dizine dayarken göz ucuyla önündeki hanları seyretti. "Rüyamda seni görsem buraya gelmezdim."

"Hep kalbimi kırıyorsun!"

Dominik cevabının hangi kısmının kalp kırıcı olduğunu anlamadı. Zaten bu evsizin ağzından çıkan çoğu şeyi anlamıyordu. "Bana duyduklarını anlat."

Adam homurdanırken koluna vuracak oldu ama Dominik kolunu çekip kenara kaçtı.

"İnsan dediğin bir selam veriverir. Bazen hakkat bir insan olmadığından şüphe ediyorum!"

"İnsan olduğumu kim söyledi ki zaten?" Ben lanetli bir bekçiyim. "Belki de gerçekten sorunun cevabını alırsın, belki de gerçekten haklısındır."

Gözleriyle hala evsizleri takip ediyordu. Evsizlerin çoğu hanların kapısında oturup hanlardan çıkanlardan para dilenirdi. Bazı hancılar o günün yemekleri arttıysa onlara yemek verirdi, diğerleri ise onları döverek kapılarından kovardı.

Buraya ilk geldiği günlerde burada yaşayan evsizlerin hepsini tanıyordu. Ama o zamandan bu yana evsizlilerin sayısı arttığı kadar onun tanıdığı evsizlerin sayısı da bir o kadar azalmıştı.

Gördüğü insanları görmemeye çok küçük yaşlarda alışmıştı. Ama bir zamanlar buraya oturup seyrettiği insanları yerde cansız bir halde görmeye alışması... İşte o biraz daha uzun sürmüştü.

"Bu laflarına baştan inandıydım! Zati inanmayaydım sana bunları anlatır mıydım!"

Dominik bu adamı yaklaşık bir senedir tanıyordu. Geçen sene bu zamanlarda onunla tanıştığında neredeyse açlıktan ölecekti. Ona öğle yemeği olan elmayı verdiğinde adam dizlerine kapanıp eğer kendisine kalacak bir yer ve yemek verirse ölene dek hizmetinde çalışacağını söylemişti.

Ta ki onun yüzünü görene dek.

Şehre yeni gelen evsizlerin çoğu onun yüzünü tanımazdı. Bu yüzden Hanlar Sokağı'nda saatlerce hiçbir sorun yaşamadan oturabilirdi. Buraya sadece soğuktan ölecek olan aptallar gelirdi. Eski ve tecrübeli evsizler terk edilmiş dükkanlara yerleşip hırsızlık yapardı.

Dominik ona bir yıl boyunca bir kez bile adıyla hitap etmemişti ama tabii ki adını biliyordu. Yusar altı yıl öncesine kadar bir saray hizmetçisiydi. Saray halkının yarısından çoğu ölünce ona ihtiyaç kalmadığı gerekçesiyle saraydan atılmıştı. O günden sonra da kendine ne kalacak bir ev ne de bir iş bulabilmişti. O da sokakta yaşamaya başlamış, diğer evsizler gibi hanların önünde oturup dilenmişti.

Ta ki Dominik ona boş bir dükkânı gösterene dek.

Aslında bunu ona iyilik yapmak için söylememişti. Eğer Yusar'ın dikkatini çekecek bir şey bulmasaydı onun kim olduğunu herkese söylerdi. Ona laf eden ya da vurmaya çalışan birkaç kişiden kaçmayı öğrenmişti ama bu kadar kalabalık bir meydanda kimliği açığa çıksa başına ne geleceğini kestiremiyordu.

Hele de Garrek'ten yiyeceği azarları düşününce...

Yusar eskiden bir büyücüye ait olan kıyafet dükkanını kendine ev yapmış, Hanlar Sokağı'na sadece akşamları gelmeye başlamıştı. Başlarda buraya sadece yeni insanlarla tanışıp lak lak etmeye gelirdi.

Tabii bir de elinin şans eseri ceplerine gireceği zenginleri takip etmek için.

Ama Yusar'ın üstündeki bütün kirli kıyafetlere rağmen insanlara kendini sevdiren yapısı ona başka bir işin kapılarını açmıştı. Evsiz olsun ya da olmasın insanlar onunla konuşuyor, ona dertlerini ya da duydukları hikayeleri anlatıyordu. Bu sayede Yusar, saraydaki askerlerin bile ruhunun duymadığı şeyleri öğrenebiliyordu. Ondaki bu beceri sadece Dominik'in değil, başka ülkelerden gelen ziyaretçilerin de dikkatini çekmişti.

Bunu ilk öğrendiğinde onu ihbar etmeyi düşünmüştü. Sonuçta Yusar'ın yaptığı kendi ülkesinin sırlarını başka ülkelere satmaktı. Her ne kadar aylardır saraya gitmemiş olsa da hayatının büyük bir çoğunluğunu orada geçirmişti. Sahip olduğu dostlarının hepsiyle de orada tanışmıştı. Dostlarını görmüyor olması onlara ihanet edeceği anlamına gelmiyordu.

Mirza Marmares insanların adını fısıltıyla söylediği ve yanından lanet kelimesini eksik etmediği hükümdarları olabilirdi. Ama Dominik için Mirza beraber oyunlar oynadığı çocukluk arkadaşıydı.

Yusar'ın bilgi sattığını söylememesinin bir diğer nedeni ise bunun hiçbir şey değiştirmeyecek olmasıydı. Diğer ülkelerden gelen köstebekler bugün Yusar'ı seçtiyse Yusar yakalandıktan sonra sonra başka bir evsizi seçecekti. Eğer biri para kazanıp hayatta kalacaksa Dominik bu kişinin Yusar olmasını tercih ederdi.

Hem o da bu sayede ülkede neler olup bittiğini öğrenebiliyordu.

"Bu sefer sana fena haberlerim var! Çoook fena! İnanamayacaksın!" Dominik onun birbirine karışmış saçlarına baktı. Kazandığı parayla çok daha iyi kıyafetler alıp düzgün bir berberde saçlarını kestirebilirdi. Ama nedense bu adam kazandığı onca paraya rağmen onu ilk gördüğü günkü kıyafetler ve saçla geziyordu. Sadece o kıyafetlerine ek olarak bir pelerin almıştı.

"Ama önce para isterim!"

"Beni neden bu kadar yoruyorsun?" dedi yorgun bir sesle. "Sana her zaman paranı ödedim. Üstelik ben olmasaydım şu an açlıktan ölmüş olurdun."

"Bana olan inancın bu kadar az mı!" Yusar ona dudağını büzdü. "Ben haysiyetli ve itibarlı bir tüccarım. Benim gibi değerli biri hiç açlıktan ölür mü?"

Dominik kaşlarını çattı. "Sen söylediğin bu kelimelerin hiçbiri değilsin."

"İşte insanlar seni bu yüzden sevmiyor." Yusar ona kızacak gibi oldu ama sonra gülmeye başladı. "Çok fazla doğru söylüyorsun. Gerçi dur, sonuncusu yanlış. Haysiyetli ve itibarlı olmayabilirim ama ben gerçek bir tüccarım!"

"Yine gereksiz bir zarf kullandın."

"Her neyse! Bir gün sen de yalan söylemeyi öğreneceksin, herkes er ya da geç öğrenir zaten. Biz işimize dönüverelim!" Dizlerinin üstünde ona doğru yaklaştı. "Haberim gerçekten çok... çoook iyi! Böylesini duyamazsın!"

Dominik yavaşça iç çekti. Buraya gelmenin daha çok uykusunu kaçırdığını ne zaman öğrenecekti?

"Önce bilgi, sonra para."

"Sen pazarlık yapmayı mı öğrendin, seni gibi miket-"

Ona uyaran gözlerle bakınca Yusar ellerini kaldırıp teslim oldu. "Tamam, tamam! Az önüne bakıp dur, bak hele biri bizi seyrediyor..."

Dominik her zaman kimin onları seyrettiğine dikkat ederdi. Yusar'ın kimden bahsettiğini de çok iyi biliyordu. Buraya ne zaman gelse bu adamı hep aynı hanın önünde otururken buluyordu. Bu han kapanalı yıllar olmuştu ve şehirdeki çoğu kişi onun adını bilmezdi. Ama Dominik için burası terk edilmiş bir han değildi.

Bir zamanlar ailesiyle beraber yaşadığı eviydi.

Belki de bu evsiz adamı tanıyordu. Belki de yıllarca aynı yere ev demişlerdi.

"Bu seferkine ben bile inanmadım!" Yusar konuşurken koyu renk gözlerini belertiyordu. "Bir arkadaşıma sordum. O da şeydi işte... Benim gibi bir tüccar."

Kendine tüccar demek gerçekten hoşuna gidiyordu. Ne zaman kendine böyle hitap etse yüzünde şapşal bir gülümseme belirirdi. "Benim gibi çok para kazanınca bu işleri bırakıp bir köye yerleşmeye karar vermiş. Herkes benim gibi hırslı, çalışkan olacak değil ya!"

Dominik ona boş gözlerle baktı.

"Tamam, tamam, susuyorum... Neyse... Bu arkadaşım bir köye gitmiş... adını unutuverdim. Bu köye aslında bir gün evvelden varacakmış. Ama atı çok yorulmuş, o da bir gece dinlenmeye karar vermiş. Sonraki gün gittiğinde görmesin mi..."

Yusar ondan bir cevap bekleyince Dominik çaresizce başını öne eğdi. "Neyi görmesin mi?"

"Köydeki herkes ölmüş!"

Başını kaldırıp Yusar'ın yüzüne baktı. "Ne?"

"Aha ben de böyle kaldım! Köye bi' girmiş, hani kalacak bir yer falan soracak. Bir bakmış... her yerde cesetler varıdır!"

Yine bir sessizlik olunca Dominik kaşlarını çattı. "Burada da mı tepki vermem gerekiyor?"

"Değil mi? Hah? Dur, ne dedin sen?"

İç çekmekten resmen içi boşalmıştı. "Devamını anlatır mısın? Lütfen."

"Cesetlerin hiçbirinde bir yara izi yokmuş. Ve... ve..." Bir anda yüzündeki ifade ciddileşti." İnanmazsın ama... alınlarında bir m harfi varmış."

"Haklısın." Bu şimdiye kadar Yusar'dan dinlediği en saçma hikayelerden biriydi. Bir kızın ona olan aşkından kendini sokaklara attığı hikâyeden bile kötüydü. Çünkü o sadece saçmayken bu hem saçma hem de imkansızdı."İnanmıyorum."

"Sana şimdiye kadar hiç yalan haber getirdim mi?

"On iki kez."

"Bunun listesini mi tutuyorsun?"

Dominik oturduğu yerden kalkarken pelerinini temizledi. "Elimde değil."

Yusar onun kibirli oluşuyla ilgili bir şeyler hayıflanırken öfkeyle yerden bir taş alıp yolun ortasına attı. Dominik onu birine çarparsa başlarına iş açılacağına dair uyaracaktı.

Ama o ağzını açamadan taş onlara sırtı dönük olan kızın kafasına çarptı. 

Continue Reading

You'll Also Like

3.6M 205K 61
Mizah #1 *Keşfedilmemiş Cevherler 2015 Genç Kurgu Birincisi *Wattpad'deki MBTI temelli ilk ve tek kurgu. *Paralel Odalar Teorisi; toplum tabularına...
7.2M 220K 55
"Yıldızlar âşıkların ruhlarıdır. Öyle çok yanarlar ki bu dünyada, gecenin göğsünde herkesi imrendirerek parıldamak olur ödülleri." Bir anlığına gülü...
11.2K 4.8K 36
Ve bir mavi kelebek, Son kez çırpacak kanatlarını papatyasıyla vedalaşmak için. Son kez öpecek onu ve diyecek ki fısıltıyla; Kime açarsan aç, Kimde...
526 104 13
Bana bir iş teklif edilmişti. Çaresiz bir anne tarafından oğlunu yola getirebilmesi için yapılan bir teklif. Demir Mert Hanoğlu için büyük planlar va...